TEMA Vakfı
Başkanı Hayrettin Karaca, DA dergisine verdiği
röportajda, çarpıcı açıklamalar yaptı. Karaca'ya
göre böyle giderse
Üç ayda bir Türkçe/Rusça yayınlanan Diyalog
Avrasya dergisinin 25. sayısında yayınlanan röportajında
“daha nereye kadar tüketeceksiniz?” diye tepkisini dile
getiren Karaca, dünyanın paylaşım kültürüne muhtaç
olduğunu fakat insanların umursamazca tükettiğini ve
asla paylaşmaya yaklaşmadığını belirtti. DA dergisi
Genel Yayın Koordinatörü Cengiz Şimşek’e çarpıcı
açıklamalarda bulunan Karaca, Al Gore’un çaresiz
kaldığını, bu gidişle 2030’da birbirini yiyen insanların
türeyeceğini savundu…
İnsanlığın temel kaynağı
olan toprak sizin gündeminizden hiç düşmedi. Sizce
erozyon ve diğer çevre felaketlerinde insan payı ne
kadar?
İster doğrudan insanın etkisi, isterse
insan üretimi teknolojinin etkisi olsun, felaketler
bizim yüzümüzden yaşanıyor. Gündemimizden açlık,
ekonomik düşüş, borsa çıkışları vs hiç düşmüyor ki.
Ekonomi büyümüyormuş, büyüsün. Artık daha fazla üretmek
bir ihtiyaç oldu. Kimin ne üreteceği ve ne tüketeceği
belirlenmek isteniyor. Benim kişi olarak tüketmem
isteniyor. Ancak bu takdirde hayatta kalabileceğim
aşılanıyor. Neye ihtiyacım olduğu ve şimdi neyi tüketmem
gerektiği bilgisi üreticilerce bana veriliyor. Önüme bir
hedef konuyor. Tükettiğim müddetçe mutlu olacağım bana
öğretildi. Kısacası tüketmek benim için bir tür ibadet
haline geldi. Tüketiyorsam var olduğumu anladım.
Bu değiştirilemez mi? Nihayetinde düşünen bir
insansınız ve iradeniz var…
Elbette değişir.
Zaten bizim neden bu işlerle uğraştığımızın sebebi
sorunuzun cevabı. Bugün reklama 2005 yılında 465 milyar
dolar para harcandığı basında yayınlandı. Burada
tüketici olarak “ben”i kullandılar. Yani egoyu. Öyle bir
yere gelmişiz ki, tüketmeden yapamıyoruz. Tüketerek var
olacağımız kanaati oluştu. Bir bayan bir çantayı 40 bin
YTL’ye alıyorsa, burada bir sıkıntı var demektir. O
kendini sınıf atlamış olarak değerlendiriyor. Ama bir
çantanın bedelinin ne olduğu herkese malum. Medya
dediğimiz canavar, dış kaynakların da desteğiyle “ben”i
daha fazla tüketmeye teşvik ediyor. Çok önemli bir
konuyu tartışırken araya reklam alıp “az sonra” diyerek
konuşmaya ara veriliyor. Bu üslup, “önce ne
tüketebileceğinizi dinleyin, sonra bu konuyu tartışmaya
devam ederiz” anlamına geliyor.
Bu nedenle yeni
bir paylaşma düzenine, yeni bir tüketim ahlakına ihtiyaç
var. Bu sistemde yeni bir ahlak anlayışı olmalı. Zira
nereye kadar tüketeceksiniz. Buna bir son vermek gerek.
Peki ben kimlerle neyi paylaşmalıyım? Çevremle; bana bu
hayatı verenlerle bu hayatın kendisini paylaşmam gerek.
Toplum kendisine hayat veren ama gözle görülemeyecek
kadar küçüklükteki mikroskobik canlıların farkına
varmalı. Bu hayatı onlarla birlikte yaşadığını bilmeli.
İşte tavsiye ettiğimiz yeni paylaşım düzeninde bu
canlılara da yer var. Ben bugün toprağın canlı olduğunu
biliyorum. O halde ego beni onları koruyama sevk ediyor.
Ama bu bana bilgi olarak gelmeli. Bu bilgiyi okumakla
elde etmeliyim. Bu gidişle 2030’da köşe yazarları şu
cümlelerle gündemi takip edecek: “Ahmet Mehmet’i yedi.”
Dünyanın çeşitli ülkelerinde açlık oranı çok yüksek. 2.2
milyar insan aç. Açlık sandığımız gibi sadece Afrika’da
değil, ABD’nin de % 17’si aç. Dolayısıyla sistem
acımasız. Sen ve ben bu gidişe dur demeliyiz. Aramıza
başka kişiler de katılmalı.
TEMA vakfı olarak bu
konuda ne kadar yol kat ettiniz?
Toplumdan büyük
bir destek ve güven kazandık ve bu güven gittikçe
artıyor. Buna rağmen hedefimize göre bir sonuç elde
edemediğimizi düşünüyorum. Bilinçli bir toplum
oluşturmak istedik. 38 yıldır devlette bu konuyla ilgili
ortaya koymak istediğimiz “mera kanunu”nu çıkartamadık.
Toprağın yasası yok. TEMA bunu ancak 1,5 yıl önce
sağlayabildi. Bu konuları toplumsal bilinçlendirmeyle
birlikte yürütmek gerek. Bugün gerek çevre ve gerekse
küresel ısınmayla ilgili birçok kurum ve kuruluş
etkinlik yürütüyor.
Ama ortaya iyi hedefler
konulamayınca, kısa bir süre sonra teslim oluyorlar.
Küresel ısınma konusunвa mücadele eden ünlü Al Gore
bütün gücüyle mücadele ettiğinden fakat başaramadığından
bahseder ama sonunda elinin ve kollarının büyük
şirketlerce bağlandığını ve onlara yenildiğini itiraf
eder. Bugün dünyayı 17 adet şirket idare ediyor.
Dolayısıyla iktidar onlarda. Kararı da onlar veriyorlar.
Fakat ben bunlara karşı yeni bir ahlaki anlayışla karşı
koymak istiyorum. Evet, ben tüketiyorum ama kendim
istediğim zaman. Ben bir ahlak sahibiyim. Hakkım olmadan
tüketemem. Ben yaşamak istiyorum ama başkalarını da
yaşatmak zorundayım.
Özellikle bana hayat veren
çevremin yaşamının da devam etmesini sağlamam gerek.
Onların paylarına göz dikemem. Bu bir ahlaksızlıktır.
Aşırı tüketim ahlaksızlıktır, hırsızlıktır. Al Gore’nin
de dediği gibi başka bir dünyaya ihtiyaç var. Dünya
sosyal düzeni yeniden tesis edilmeli. Dünya Sosyal
Forumu üyesi Susan George, yazdığı bir kitabının adını
Başka bir dünya mümkün, eğer koymuş. Kitabı işte bu
“eğer”e adadığından bahseder. Yeni dünya düzeni için
bilgili insana ihtiyaç olduğunu belirtir. İnsanlığın
silkinip kendine gelmesi gerek.
Dışardan empoze
edilen ve nasıl yaşanması, neyi nasıl tüketmen
gerektiğine dair mesajları terk etmek gerek. Kitabında
işte o “eğer”e “Eğer şiddet kullanmazsak.” diye cevap
veriyor. Bu zamana kadar 7500 kitap dağıttım. Okumak
ibadettir. Sırf insanlar okusun, bilgilensin, kimle
nasıl yaşıyor, nasıl bir çevreyle kuşatılmış, bilsinler
diye kitap dağıtıyorum. Biz yabancılarla işbirliğine
girdiğimizde tek düşündüğümüz maddi çıkar. Halbuki,
kültürel paylaşım gerekliydi. Bugün Avrasya’yı bu
kültürel beraberlik çatısı altında paylaşıma teşvik
etmek gerek. Sahip olduğum Anadolu kültürünü ben bu
coğrafyadan aldım. Bu nedenle bu insanlar bana sıcak
geliyor. Kırgızistan’a gittiğimde de aynı sıcaklığı
hissettim.
Komik olacak ama, üzerinizden hiç
çıkarmadığınız ve yıllarca aynı kırmızı kazağı
giyinmenizle ilgili, “bu coğrafyayla siyasi misyon
beraberliği de var deniyor” bu doğru mu?
Hayır
efendim. Güldürmeyin beni. Kırmızı rengin Sovyetlerle
bir ilgisi olsa da, ben kişisel tercihimden dolayı
giyiniyorum. Hep kırmızı kazakla görünmemin tek sebebi
de yeni bir kazağa ihtiyacım olmamasından kaynaklanıyor.
Yani, sebep sadece tasarruf.
Sizce “yeni bir
sosyal paylaşım ve yeni ahlaki düzenle her tür çevre
felaketinden kurtuluruz” ifadesi fazla ütopik değil mi?
Ben bu hizmetle ilgilendiğim için çok mutluyum.
Toplumdan öyle olumlu tepkiler aldım ki, bu fikre ütopik
demek cehalet olur. İnsanlar bana minnetle
yaklaşıyorlar. Bunu dile getirmekten biraz utanıyorum.
Yapıp ettiklerimiz karşısında “Allah senden razı olsun,
sen olmasan toprağımızın kıymetini bilemeyecektik.”
diyorlar. Demek ki buna ihtiyaç var ve bunu Allah
benimle bu insanlara anlattırıyor.
Bundan dolayı
kendimi mutlu hissediyorum. Çaplin’in bir anısı vardır.
Çaplin Sosyalistmiş ve yaşadığı toplumdan bu sebepten
dolayı kovulmuş. Aradan geçen uzun zaman sonra
çağırmışlar ama o gitmemiş. Gurur meselesi yapmış. Sonra
gitmeye karar veriyor ve Teksas’a geri dönüyor. Bir
akşam sokakta bir kadının elini öpüyor. Teksas’ta böyle
bir kültür olmadığı için kadın şaşırıyor. “Neden bunu
yaptın?” diye soruyor. Çaplin “e, artık bir yerden
başlamak lazım” diye cevaplıyor. İşte ben de bu
yaptıklarımızı böyle değerlendiriyorum. Bu iş, bir
yerden başlamak gibi. Üstelik kendimi asla yalnız
düşünmüyorum. Ben hayal kurmadığımın farkındayım. Bugün
bu çalışmalarımız artık sonuç vermeye başladı. Öyle
köylerimiz var ki, gelir seviyesi arttığı için köylü
devlete vergi vermeye başladı, göç yolu köye doğru geri
döndü.
Halk toprağı daha verimli ve tasarruflu
nasıl kullanacağını iyi öğrendi. İşte insanların
bilinçlenmesinden kastımız da bu. Üretici ve tüketici
arasındaki uzaklığın kısaltılması birer yansıma olarak
ekolojik hayatımızı güzelleştiriyor. Bugün ulaşım, gıda
sektöründe en fazla tüketim yapan ve en fazla sera gazı
salan bir sektör. ABD’de gıdaların soğutulması,
taşınması ve depolanması için harcanan enerji, gıdanın
kendisinin verdiği enerjinin 8 katıdır. ABD’nin neden
Kyoto’yu imzalamadığını bu sebeplerden de incelemek
gerek. BM verilerine göre golf sahaları için bir günde
tüketilen 660.000 tonu aşkın su, 4,7 milyar insanın
günlük asgari su gereksinimine eşittir. Hiçbir gelişmiş
ülke kendi ülkesinde golf sahası ya da çimento fabrikası
kurmaya gönüllü değil. İş potansiyeli, yabancı yatırım
adı altında geri kalmış bölgelerde bu işleri yapıyorlar.
Bu veriler çok ciddi. Bu gidişe
dur demek için nereden başlamalı? Öncelikle
tüketim ahlakı yeniden şekillendirilmeli. Paylaşım
kültürü yeniden canlandırılmalı. İnsanlar günah
işlememek gerektiğini, zira tövbekarlığın bir çare
olmadığını bilmeliler. “Ben kirletiyorum ama en büyük
yardımı çevreye yapıyorum.” demek akıllı insan davranışı
değildir. Gençlere sesleniyorum: 2030’a varmadan
dünyadaki açlık artacak. İnsanlar birbirini yiyecek.
Eğer 25 yıl önce 800 bin kişi açsa ve bu rakam 1992’de
2.2 milyar olmuşsa, sizce 2030’da kaç olur? Bunu iyi
düşünmenizi istiyorum. Suçlu sensin, benim, hepimiz.
Olup bitenlerden sorumluyuz.
Size bir şey ne
kadar yeterli bunu kendiniz belirlemeniz gerekli. Bir
ülkenin zengini kalkıyor, başka bir ülkeye medeniyet
öğretiyor. Halbuki, o ülkede de insanlar ve medeniyet
var. Birbirimizi yeteri kadar tanımadığımız için
paylaşım kültürümüz yok oluyor. Öyle olunca da çevrenin
dertleri, o ülkenin yok olması, felaketlere sürüklenmesi
umurumuzda olmuyor. Buna dur demeli. Mesela benim
Mevlanam var, Yunus Emrem var, Pir Sultan Abdalım var,
İbni Haldunum, Hallacı Mansur’um var. Dünya kurtuluş
yolunu ben burada görüyorum. Dünyayı tüketim canavarı
mahvetmiştir. Ama beni asla kendi emellerine alet
edemeyecekler. Benim kendime güvenim buradan geliyor.
Ben özümü bu şahsiyetlerde görüyorum. Avrasya’yı bu
kültürden uzak görmüyorum. Hangi cumhuriyete gitseniz
paylaşmak en önemli kültürel değer. Demek aynı kaynaktan
besleniyoruz. Küresel ısınma ve çevre felaketleri işte
bu değerlerden yoksun olmaktan kaynaklanıyor. Küresel
ısınma bir sonuçtur. Biz “ne yaptık da böyle oldu?” diye
düşünmemiz gerekiyor.