KAPLUMBAĞA VE İSPİNOZ:
CHARLES DARWIN GALAPAG O S ADALAR'NDA
be-1.jpg
be-2.jpg
Harvard Üniversitesi'nden ünlü evrim biyologu Andrew Berry'i, dergimizin 2001 yılında yayım­lanan yazılarıyla ("Darwin ve Moleküler Devrim" - Şubat 2001; "Evrim: Bir Düşüncenin Serüve­ni"- Mart 2001; "Evrim Rastlantı Değil Ki" - Kasım 2001), ayrıca Sabana Üniversitesi'nde ver­diği ders ve konferanslardan tanıyoruz. Geçtiğimiz ay, yine Sabancı Üniversitesi'ni ziyaret ede­rek bir dizi ders veren Berry'nin 21 Mayıs tarihinde yaptığı "Kaplumbağa ve İspinoz: Charles Darwin Galapagos Adaları'nda" başlıklı konuşmanın metnini sunuyoruz...
Bilimsel keşif, projesinin yarışma kadar gelmiş herhangi hir doktora öğ­rencisinin de söyleyebileceği gibi, zor iştir: Gelişmeler adım adım gerçekleşir; üstelik oldukça kısa adımlarla. Ancak, bilime ilişkin 'popüler' bakış açısı, gün be gün yaşanan bu zorluk ve sıkıntıla­rı gözardı ederek, bilim tarihine izleri­ni bırakan ani zihinsel şimşekler ve "Evreka!" anlarına daha fazla odaklan­ma eğiliminde. Bu algılama biçimi, bili­min ileriye doğru büyük sıçramalarla geliştiğini, ilgili biliminsanlarınınsa, za­manlarının büyük sorunlarıyla birebir boğuşan efsanevi kahramanlar olduk­larını varsayar. Bu efsaneler, tabii bir de o şimşek anlarının oldukça alçakgö­nüllü sayılabilecek simgeleriyle dona­tılmışlardır. Newton'un elması, Watt'm
çaydanlığı... Böylece bilim tarihinin bü­tün entellektüel birikimi, bakmışsınız ki bir çırpıda bir simgeler ya da İkon-lar dizisine indirgenivermiştir.
Bu ikonlar, tarihsel gerçeklerle her zaman birebir uyuşmak durumunda değil. Öyle görünüyor ki Newton, küt-leçekimiyle ilgili içgörülerini gerçek­ten de bir elmanın düşüşü üzerine so­mutlaştırmıştı; ancak Watt - çaydanlık öyküsü büyük olasılıkla uydurmaydı. Watt'm kuzeni tarafından olaydan yak­laşık 50 yıl sonra anlatıldığına göre genç Watt, buharın basıncıyla sürekli kalkıp inen çaydanlık kapağını gerçek­ten seyrettiyse bile, ilk yaptığı işin ma­tematiksel alet üreticiliği olduğu düşü­nülürse, bunun kariyerine doğrudan etkisi olmadığı kesin gibi. Ancak asıl
önemlisi, Watt'm, buhar makinesinin buluşçusu olduğuna İlişkin oldukça yaygın ve yanlış İnancın ortaya çıkma­sında bu öykünün oynadığı rol. Watt'm asıl yaptığı, günündeki Newco-men buhar makinelerini, üzerinde de­ğişiklikler yaparak geliştirmekti. Bu­har makinelerine ait patentee 1698 yı­lma, yani kendisi doğmadan 38 yıl ön­cesine aitti.
Bu tür bilimsel ikonların amacı, tek­nik ya da bilimsel konulara özel bir il­gisi olmayanlar için, bilimi cazibeli bir paket haline getirip sunmak. Böylece, aslında belki de gerçekte kasvetli ve sı­kıcı gelecek bir bilim öyküsüne biraz 'İnsancıllık' katmış, bilimsel bir zihnin normalde karanlıkta kalan işleyişini basit ve anlaşılır hale getirmiş oluyor-
BİLİM ve TEKNİK 62 Haziran 2005
lar. Bu durumda da gerçeklerin liste­deki yeri doğal olarak, efsane oluştur­ma önceliği karşısında aşağılara kayı­yor.
Evrimsel biyolojinin "evreka" anıy-sa tahminen 1835 yılının Eylül ya da Ekim aylarında, Darwin'in Beagle ge-misinin Galapagos Adalan'na yaptığı beş haftalık ziyaret sırasında gerçek­leşmişti. Beagle o sıralar zaten yakla­şık dört yıllık bir deniz yolculuğunu geride bırakmış ve Darwin'in de bir an önce eve dönme isteği, botanikçi John Henslow'a yazdığına göre giderek art­maktaydı: "Galapagos'a gitmeyi dört gözle ve sevinçle bekliyorum. Hem İn­giltere'ye biraz daha yaklaşacağım, hem de etkin bir yanardağı yakından görebileceğim için." Darwin, bu bek­lentisinde haksız sayılmazdı; çünkü bu adalar zinciri, yerkabuğunun arasıra etkinleşen bir volkanik "sıcak nokta" üzerinde kaymasıyla oluşmuştu. An­cak bu volkanik yönü, ziyaretçilerin adalardan uzak durmasına da neden oluyordu. 1841 yılında burayı ziyaret eden Herman Melville de, beklenen tepkiyi gösterenler arasındaydı: "Koca bir arazi parçasında oraya buraya bo­şaltılmış yirmi beş dev kül yığınını alın, bunların bir kısmını dağ boyutlarına getirin, boş alan da deniz olsun; işte şimdi adaların genel durumu ve görün­tüsüyle ilgili gerçekçi bir bilgiye sahip­siniz."
Ancak Melville en azından, Dar­win'in görmeyi umduğu şeyleri gör­müştü: "Ateşin şeytanlarını dışarıya doğru zorlayan, geceyi aralıklarla tu­haf tayfsal bir ışığa boğan" yanardağla­rı. Darwin'se o kadar şanslı değildi: "Kraterlerin hepsi tümüyle hareketsiz. Ve hepsi de birer kül halkasından ibaret." Anlattığına gö­re, çok kısa bir süre ön­ce etkinleşmiş bir tanesi bile, yalnızca "küçük bir buhar fıskiyesinden" öte birşey çıkarmıyordu. Şi­li'de daha önceleri tanık­lık etmiş olduğu deprem, Darwin'in temel jeolojik kuvvetlerle ilgili olarak doğrudan görüp göreceği tek olay olacaktı.
Neyse ki Darwin, aklını jeolojik hayal kırıklıkların­dan almaya yarayan bir bi­yolojik bolluğun da içindeydi
be-3.jpg
be-4.jpg
Adalar volkanik etkinlik sonucu göre­ce yakın bir geçmişte oluştukları için, buradaki hayvanlar ya en yakın kara kütlesinden (Güney Amerika) gelen 'göçmenler', ya da daha önceki yerle­şimcilerin değişikliğe uğramış torunla­rıydı. Bunun sonucu, ziyaretçilerin de hiç bir zaman gözünden kaçmayan, tu­haf bir bitki ve hayvan topluluğuydu: dev kaplumbağalar (İspanyolca'da "ga-lapagos"), kaktüsler, penguenler, uça-mayan karabataklar, deniz iguanaları... Adaların bu doğal tarihini özellikle ola­ğanüstü kılan da, insan elinin buraya değmemişliğiydi. 1535 yılında Pana­ma'dan Peru'ya giderken yolu buraya düşen İspanyol papaz Tomas de Ber-langa'nm, adalarda herhangi bir insan izine rastlamadığı biliniyor. Dahası, bu­rada Avrupalılardan önce gelen insan toplulukları olduğuna İlişkin herhangi bir arkeolojik kayıt da yok. Burası bel­ki de Yeni Dünya'da "keşif" sözcüğü­nün, hakkı tam anlamıyla verilerek kullanıldığı çok az yerden biri. ^ Berlanga'yı izleyen ada ziyaretçileri oldukça ilginçti. Korsanlar, sonunda yerlerini balina avcılarına bıraktılar. Ancak uygun limanlar ve içecek su yö­nünden zayıf olan Galapagoslar, dışarı­dan gelecekler için pek de cazip bir yer değildi. Benzer şekilde yalıtılmış sayılabilecek başka ada gruplarıyla karşılaştırma yapıldığında, farkın bu açıdan çarpıcı olduğu ortaya çıkıyor. Galapagoslar gibi volkanik kökenli ve kendine özgü biyolojik bir varlığa sa­hip olan Hawaii, 400 yılı civarında Po-linezyalılarca kolonize edilmiş, Kaptan Cook'un oraya vardığı 1776 yılına ge­lene kadar da 300.000'lik bir nüfusa da evsahipliği yapıyordu.
be-5.jpg
ca yapılacak uzun yolculuklarda taze et ihtiyacını karşılamak üzere dev kap­lumbağaları stoklama işi de uzun süre­dir yürütülmekteydi. Beagle'm tayfası, bazı kıyı bölgelerinde kaplumbağala­rın oldukça seyreldiğini gözlemiş ve ancak dört düzine kadarını ele geçire-bilmişlerdi. Darwin'se "daha önceki ge­milerin 700 kadar kaplumbağayı alıp götürdüklerinden" yakınmıştı. Ancak bunları saymazsak, Galapagoslar, Dar-win'e insan eliyle kirlenmemiş bir biyo­lojik dünya sunuyordu. Hayvanlar öy­lesine korkusuz ve uysallardı ki Dar­win büyük bir şahini silahının ucuyla daldan itebilmişti.
Darwin daha sonraları "doğa tarihi­nin bütün dallarında olabildiğince tam ve kusursuz bir koleksiyon oluştur­mak için" çabaladığını söylemişti. Be-agle'ın Galapagos'ta yalnızca beş hafta bulunduğunu, zamanın çoğunun de­nizde geçip geminin temel hedefi olan haritalama işine ayrıldığını, ve Dar­win'in daha büyük olan 18 adadan yal­nızca 4'ünü ziyaret edebildiği gözönü-ne alınacak olursa, onun bu konuda harikulade bir iş çıkardığını söyleyerek hakkını teslim etmek gerekir. Ancak Darwin o sıralar, çevrelerindeki hay­van ya da bitkilerde gözledikleri uyum mekanizmalarını Tanrısal bir tasarıma bağlayan Yaratılışçılardandı. Galapa-goslardaki çeşitli adalar, yüzeysel ola­rak benzerdi; hepsi ekvator bölgesinde yer alıyordu; hepsi volkanik kökenliy­di, vs. Öyleyse Büyük Tasarımcı da do­ğal olarak, tüm adalarda aynı başarıyla
Takımadalar, Dar­vin'in burayı ziyareti »ırasında, insan varlığı­nın düzeyi açısından kesinlikle istisna konu­munda olsalar da, o zaman bile tümüyle bakir sayılmazlardı. Ekvador'dan 200 mahkum Charles Adası'nda özel bir alana yerleştirilmiş, denizciler birkaç adaya beraberlerin­de evcil hayvanlar, ' özellikle de keçi getir­mişler, Pasifik boyun-
BİLİM ve TEKNİK 63 Haziran 2005
be-6.jpg
maz bir karmaşanın hüküm sürdüğü­nü" de itiraf etmişti. Günümüzün biyo­loji öğrencileri içinse, ispinoz kuşları "uyumsal yayılım" (adaptive radiation) sürecinin iyi birer örneği. Bu süreçte bir ata, (yani adaya ilk gelen Öncü bir tür) farklı ekolojik roller (ya da "niş'ler) üstlenmek üzere Özelleşmiş belirli sayıda türe öncülük eder. Ada­sal olmayan ekosistemlerde farklı kuş grupları arasında dağılan nişler, bu ne­denle Galapagoslar gibi okyanusal ada­larda, birbirleriyle ilişkili tek bir gru­bun tekelindedir. Darwin bu gerçeği ıs­kalamış, bambaşka bir yöne gitmişti. Ona göre ispinozlar birbiriyle yakın­dan ilintili olmayıp dört farklı kuş gru­buna (karatavuk, çaprazgaga, ötleğen ve gerçek ispinoz aileleri) dağılmış du-rumdalardı.
Gerçi bir kuş grubu, kıyısından da olsa evrimsel bakış açısını tetiklemiş ve Darwin, Galapagos bülbüllerinin adadan adaya farklılık gösterdiklerini not etmişti: "Chatham [şimdiki San Cristobal] ve Albemarle [Isabela] adala­rından alınan örnekler birbirinin aynı gibi görünüyor; ancak diğer ikisi [şim­diki Santiago ve Charles Floreana'dan alınanlar] farklı. Her ada, bu gruplar­dan yalnızca birini barındırıyor; ancak bunların davranış kalıplarım birbirin­den ayırdetmek mümkün değil." An­cak Darwin, bulgularının ardında ya­tan evrimsel anlamın farkına varama­mış, farklı adalardaki bülbüllerin, yal­nızca tek bir türün "çeşitleri" olduğu­nu ileri sürmüştü; bir bahçıvanın yetiş­tirdiği farklı gül çeşitleri gibi.
Tarihçi Frank Sulloway'in oldukça inandırıcı bir biçimde öne sürdüğü gi-
vard Karşılaştırmalı Zooloji Müzesi'nde vaktini ders vermeye ve yazmaya ayıran Berry, bilim ve bilim tarihi üzerine yaygın bir biçimde popüler ya­zılar yayımlıyor. Ayrıca doğal seçilimi Darwin'le birlikte bulmuş olan Alfred Russel Wallace'm yazı­larından derlenen bir antolojinin editör­lüğünü de yapan Andrew Berry, DNA'nın ikili sarmal yapısının keş­finin 50. yıldönümünde James D Watson'la birlikte, 2003 yılın­da yayımlanan "DNA, Hayatın Sırrı" isimli kitabı yazdı. DNA isimli 30 dakikalık bir filmde senaristlik de yapan Berry, ayrıca büyük bir çevresel eğitim girişiminde E.O. Wilson'la birlikte çalışıyor.
be-7.jpg
yaşayacak canlılar yaratacaktı. İşte bu nedenle de örneklerini, onları topladı­ğı adalara göre ayırmak Darwin'in ak­lına gelmedi. Örnekleri aldığı yerlerin kesin kayıtlarını tutmamakla da, biyo­lojik örnek toplamanın ana kuralına, bilmeden de olsa karşı gelmiş oluyor­du. Dahası, adalar arasındaki evrimsel motif farklarının göstergelerini de gö-zardı etmişti. Oysa mahkumlardan so­rumlu bir İngiliz'in iddia ettiğine göre, kablumbağalar adadan adaya öylesine farklılık gösteriyordu ki, yalnızca ka­buklarına bakarak bir kaplumbağanın hangi adaya ait olduğunu anlamak mümkündü. (Günümüzde, farklı ada­sal formların farklı alttürler olduğu bi­liniyor.) Ancak Darwin, kendisine su­nulan bu bilgiyi ciddiye almayarak Charles Adası'nda orada burada atılı duran ya da yerleşimciler tarafından çi­çek saksısı olarak kullanılan kabuklan toplamadığı gibi, tayfaların yakaladığı kaplumbağalar da veri olarak değil, ye­mek olarak değerlendiriliyordu. Aşçı, içi boşalmış kabuklan toplayıp atar­ken, Darwin'in yaptığı da herhalde onu seyretmekten öteye geçmemişti. İngiltere'ye ulaşmayı başaran dört kü­çük kaplumbağaysa adaya özgü nite-
likleri henüz kazanmış olamayacak ka­dar gençlerdi.
Darwin'in en büyük Galapagos zafe­ri olarak anılan ispinoz incelemeleriy-se, aslında bir anlamda belki de en bü­yük başarısızlıklarından biriydi. Örnek­lerinin hangi adalardan geldiğini eti­ketlemeyi ihmal etmenin yanısıra, ga­gaların biçim ve yapılarındaki çeşitlili­ğin evrimsel önemini tümüyle atlamış, dikkatini onun yerine renklerine odak­layarak "kuşlarla ilgili olarak anlaşıl-
Andrew Berry
Londra'da doğan Andrew Berry, Oxford Üni-versitesi'nde Zooloji okuduktan sonra Princeton Üniversitesi'nde evrimsel genetik üzerine dokto­rasını yaptı. Araştırmalarının bir çoğunda en az karizmatik hayvan olarak nitelendirilebilecek, genetikçilerin sevgilisi sirkesineğinin (Drosophi-la melanogaster) doğadaki popülasyonları üze­rinde çalıştı. Berry, biyolojide alan çalışması ve moleküler biyolojideki teknikleri birleştirdiği araştırmalar yürüttü. Darwin'in doğal seçilim ku­ramına DNA düzeyinde ipucu arayan Andrew Berry, kendini sirkesinekleriyle sınırlamayarak Yeni Gine'deki Dev Sıçanlar, Atlantik adalarında­ki fareler ve Uzakdoğu yaprak bitleri gibi çok çe­şitli konularda çalışmalar gerçekleştirdi.
Halen araştırmacı olarak görev yaptığı Har-
BİLİM ve TEKNİK 64 Haziran 2005
bi, Darwin'in Beagle serüveninin "evreka" anlarından yoksun tek bölümü Galapagos ziyareti olma­yıp, yolculuğun geri kalan bölümü de (Pasifik Okyanusu'ndan Polinez-ya, oradan Avustralya, Güney Afri-ka'daki Good Hope Burnu ve İngilte­re'ye dönüş) bu yönden fazla bereket­li sayılmazdı. Ama Darwin'in, kuş ko­leksiyonunu Zooloji Derneği'nden ta­nınmış kuşbîlimci John Gould'a gön­dermesiyle işlerin rengi biraz değişme­ye başladı. 1837 yılının Martında; yani İngiltere'ye dönüşten beş ve Galapa-gosları terkettikten yaklaşık on sekiz ay sonra, Darwin, Galapagos kuş ko­leksiyonu üzerinde tartışmak amacıyla Gould'ia buluştu. Topladığı 26 kara kuşu türünden 25'i, Galapagoslara öz­gü yeni türlerdi. Bundan da önemlisi, Gould, bülbül "çeşitlerinin" aslında bi­rer "tür" olduklarını; karatavuk, çap-razgaga, ötleğen ve ispinoz Örnekleri­nin, tek bir ispinoz grubunun birbirle­riyle yakından ilişkili üyeleri olduğun­da karar kılmıştı. Ayrıca, ispinozların Galapagos kara kuşları faunası içinde tuttukları yerin büyüklüğü (Gould, Darwin'in koleksiyonundaki 26 örnek­ten 13'ünün ispinoz türleri olduğunu saptamıştı) evrim/yaratılış bölünmesi­ni kesin biçimde ortaya koyuyordu. Ya bu türler eski bir İspinoz 'göçmeninin' değişime uğramış torunlarıydı (evrim perspektifi), ya da Tanrı'nın bilemeye­ceğimiz bir nedenle, başka bir yerdeki değil de Galapagoslardaki İspinozlara büyük düşkünlüğü vardı (yaratılış perspektifi). Bundan birkaç ay sonra Darwin, "Türlerin Dönüşümü" ile ilgili defterine başlamıştı bile. Bu şekilde, 1859'da "Türlerin Kökeni"nin yayım-lanmasıyla sonuçlanacak uzun bir en-tellektüel süreç de başlamış oluyordu. Ve eğer evrimsel biyoloji tarihinin tek bir olayını, onun "evreka" anı olarak taçlandırmak gerekirse, bu
be-8.jpg
be-9.jpg
Darwin'in koleksiyonunda yer alan
bazı ispinoz türleri (Waiter Rothschild Müzesi)
nacak bir lütfu"ydu. Dar­win'in, ispinozlarla ilgili evrimsel yorumlarını des­teklemek için, yaşamı bo­yunca yaratılışçı olarak kalmış birinin birikimin­den yararlanmış olması, ta­
bii oldukça ilginç bir du-
rum. (Hatta FitzRoy, "Tür­lerin Kökeni"ne tepkisini, eserin basımından bir yıl
Darwin'in, H.M.S.
Beagle gemisiyle
yaptığı beş yıllık
yolculuk ve
araştırmalara
ilişkin günlüğünde
(basımı 1890),
Galapagos
ispinozlarından
birkaçının kendi
eliyle yaptığı
çizimlerini görmek mümkün.
da, Galapagos ispinozlanyla o zamana dek pek rayında gitmemiş olan ilişkisi, Gould'un ortaya çıkardıklarından son­ra da pek yolunda gitmedi. Tıpkı bül­büller gibi ispinozların da adadan ada­ya farklılık gösterebileceklerini farket-miş, ancak konuyu irdelemek için gi­riştiği çabalar, örneklerini, alındıkları adaya göre etiketlememiş olduğu için sonuçsuz kalmıştı. Neyse ki Beagle'da, Galapagoslarda örnek toplayan ve on­ları etiketlerken daha dikkatli davra­nan başkaları da vardı. Darwin de veri-lerindeki boşlukları, onların örnekle­rinden aldığı bilgiyle kapatmaya çalıştı. Bu malzemenin birincil kaynağı ve ge­minin kaptanı olan Robert FİtzRoy'un, İspinozlar arasındaki çeşitliliğe ilişkin yayımlanmış görüşlerine göre "Bütün canlıların, yaşamaları düşünülen yere uyumlu olacak biçimde tasarlanmış ol­maları, Sonsuz Bilgeliğin hayran olu-
sonra İngiliz Bilimi Geliştir­me Birliği'nin tartışma top­lantısına, elinde İncil'iyle çı-kagelerek göstermişti.) FitzRoy'unkile-rin yanısıra başkalarının da verilerin­den yararlanarak Darwin, aslında um­duğu sonuca varmanın bir yolunu bul­mayı başardı.Verdiği kararsa, farklı İs­pinozların, farklı adalardan geldikleri yolundaydı. Ama aslında durum hiç de böyle değil. Aynı adada birden fazla is­pinoz türü birarada bulunabiliyor ve bu durum, bülbüllerle kıyaslandığında çok daha karmaşık bir evrimsel öykü­nün sonucu. Darwin'in, ispinozların adalar arasındaki dağılımıyla ilgili ola­rak "Beagle'm Yolculuğu" eserinde öne sürdüğü iddialar (ki, birçok ada­nın yalnızca dördünden örnek topladı­ğı için, en iyi koşullarda bile bu İddi­alara kuşkuyla bakmak gerekir), ispi­nozların evrimini anlama çabalarına bir anlamda nihai bir darbe oldu. İngi­liz Doğa Tarihi Müzesi yetkilileri bu eserdeki bilgileri, sorumlulukları altın­daki Galapagos ispinozlarını
hiç kuşkusuz Darwin'in Go­uld'ia buluşması olacaktır. Yi­ne de itiraf etmek gerekir ki, konu üzerinde deneyimsiz genç bir adamın, kendisinden yaşlı olan bir uzman tarafın­dan kuş sınıflandırmasıyla İl­gili olarak 'doğru yola sokul­ması', efsane oluşturacak bir malzeme gibi görünmüyor.
Darwin her ne kadar yan­lışlarını düzeltmeye çalıştıysa
be-10.jpg
yeniden etiketlendirmede kul­lanarak, Darwin'in geriye dö­nük olarak yapmış olduğu yanlış tahminleri koleksiyo­nun Örnekleri arasına bir gü­zel sarıp sarmalamış oldular.
Darwin'in kendisi de bü­yük olasılıkla, ispinozlarla ilgi­li düşüncelerinin biraz sallan­tılı olduğunun farkındaydı; çünkü "Türlerin Kökeni"nde onlardan hiç bahsetmemişti.
BİLİM ve TEKNİK 65 Haziran 2005
be-11.jpg
\
be-12.jpg
den yoksun kaldılar.
Sonuçta, bir efsanenin evrimiyle de karşıkarşıyayız. Beagle yolculuğunun, Darwin'in düşüncelerinde tetiklediği gelişmeler açısından önemli olduğun­da kuşku yok. Ancak, beş yıl gibi uzun bir süre aldığı da gözönünde tutulur­sa, yolculuğun bilimsel açıdan verim­siz geçmiş olması, onu Newton'un el­ması gibi "yerinde" bir simge olmaktan alıkoyuyor. Darwin'in Galapagos ko­leksiyonu, John Gould'un deneyim, ön­görü ve keskin algısı sayesinde de ol­sa, en azından onun türlerin değişmez­liğine olan İnancını sarsmada rol oyna­mıştı. Lack'in olağanüstü çözümleme­leri sayesinde de İspinozlar gerçekten "Darwin'in sürecini" betimler oldular. Bunlara bir de "Darwin'in İspinozları" ifadesini eklersek, işte evrimsel biyolo­jinin ikonu ortaya çıktı!
Galapagoslarda bir "evreka" anı her ne kadar yaşanmadıysa da, ispinozlar sonuçta evrimsel biyolojinin simgesi olarak çok da kötü bir seçenek değil­ler. Çünkü hem Darwin hem de başka­ları tarafından nasıl yorumlandıkları­nın tarihi, aslında ilişkilendirildikleri zi­hinsel ve entelektüel devrimin tarihin­den farklı birşey değil. Darwin başlan­gıçta ispinozlara yaratılışçı bakış açısıy­la yaklaşmış olsa da John Gould daha sonra onların evrimsel değerini farket-ti. Sonuçta, karşımızda efsanevi bir kahramandan çok, çok "insani" bir Darwin var; düşünceleri, gözünün önündeki kanıtlara karşın, başlangıçta zamanınınkinden pek öteye geçemeyen bir Darwin. Düşüncelerinin değişmesiy-se "efsanevi Darwİn"de patlayan bir iç-görü şimşeği sayesinde değil, basitçe, "gerçek Darwİn"İn bilim toplumunun bir parçası olmasından kaynaklanıyor. Ancak, "evreka" anının parıltısından yoksun kalmış olması, ona bir bilimin-sanı olarak sahip olduğu değerleri ya da statüsünden birşey kaybettirmiş de­ğil. Frank Sulloway'in vardığı sonuçsa ilginç: "Darwin-Galapagos efsanesinin en olumsuz yanı, bilimsel keşfin kar­maşık özelliklerini, dola­yısıyla da Darwin'deki büyük dehanın temel özelliklerini maskele­miş olması."
Dr. Andrew Berry
Harvard Üniversitesi
Çeviri: Zeynep Tozar
be-13.jpg
Darwin'in düşüncelerinin 'doğru raya oturmasına' çok büyük katkıları olan kıışbilimci ve ressam John Could (solda), İki Galapagos ispinozu (sağda).
Zaten, belki de en önemli eserine sor­gulanabilir bir malzeme katmayacak kadar da dikkatli bir bilimciydi. Ancak, "Türlerin Kökeni"nin büyük ölçüde is­pinozlarla ilgİİi kanıtlara dayandığı inancının yaygınlığı, efsanenin gücüne iyi bir örnektir.
Darwin'in düşüncelerinin gelişimin­deki olumsuz etkileri gözönüne alındı­ğında, "evreka" anının ikonları olarak ispinozların anılmaları gerçekten de oldukça ironik bir durum. Bunun bir­den fazla nedeni var ve bu nedenler de oldukça karmaşık. Çoğu, Darwin'in İn­giltere'ye döndükten sonra yaptığı ispi­noz çözümlemelerine benzer şekilde, varolan anlayışa yeni birşeyler katma çabasıyla, geriye dönük olarak ve son­radan yapılan katkılara temellendirile-bilir. Bu efsane üretim süreci, Sullo-way'e göre bazen öylesine çok "sonra-danhk" Öğesi içerir ki, ispinozlarla ilgi­li olarak ölümünden sonra yapılan ba­zı keşiflerin bile Darwin'e atfedildiği olmuştur.
Darwin'in kendi çözümlemelerinde de aksaklıklar olmasına karşın, ispi­nozlar zaman İçinde 'işbaşmdaki ev-rim'e örnek konumuna geldiler; günü­müzdeyse evrimsel biyoloji ders kitap­ların merkezi olduğu kadar, konuyla il­gili popüler bilim kitaplarının da (Jon Weinar'm "İspinozun Gagası" kitabı gibi) temeli oldular. Ancak bunlar, gö­rece yeni gelişmeler. İspinoz bulmaca­sı, Darwin'in Galapagoslara ziyaretin­den ancak bir yüzyıl sonra çözülebildi. O zamanlar bir Öğretmen olan David Lack, 1938-39 yıllarında kuşları mer­cek altına alarak 1947'de de, ünlü "Darwin'in İspinozları" eserini yayım­ladı. Lack, burada ispinozlardaki uyumsal yayılımm ayrıntılarını ortaya serdiği gibi, bir adada hangi türlerin
yaşadığını belirlemede, benzer türler arasındaki rekabetin önemini de vur­guluyordu. Buradaki temel fikir şöyle: Gereksinimleri aynı ya da benzer olan iki tür, bir arada varolamaz; ya biri di­ğerini eler, ya da rekabeti en aza İndi­rebilmek İçin evrimsel olarak birbirle­rinden farklı yönlere giderler. Lack'in ispinozlara ilişkin yorumları (hâlâ bazı açılardan tartışmaya açık olsalar da), Darwin'in "Türlerin Kökeni"nde çizdi­ği çerçevenin en iyi ve üzerinde en ay­rıntılı biçimde çalışılmış örneklerini su­nar. Aslında Darwin efsanesine katılan ana unsurlar da Lack'in çalışmaların­dan gelir.
Gerçi Lack'in efsane üretim süreci­ne belki de en önemli katkısı, adlandır­mayla İlgili olmuştu. "Darwin'in İspi­nozları" adlandırması sözkonusu kuş­lar için daha önceden de önerilmiş ol­makla birlikte, bu adlandırmayı iyice sağlama alan, Lack'in onu kullanımı olmuştu. İlginç şekilde, Lack'in bu se­çimi, kısmen de teknik nedenlerden kaynaklanmıştı. Diğer bariz seçenek, "Galapagos İspinozları" gibi görünse de, bu adlandırma tam doğru değil. Ne­deni de, türlerden birinin Galapagos-larla Orta Amerika arasındaki Cocos Adaları'nda yaşıyor olması. İspinozlar­la ilgili çalışmalar yapan bir başka araştırmacı Dolph Schluter İse, en doğ­ru kullanımın "Lack'in İspinozları" olacağı görüşünde. Galapagos adala­rındaki biyolojik incelemelerin en kap­samlı tarihini yazmış olan Edward Lar-son'un bu eserinin olumlu yönlerinden biri de, Lack'in katkılarına hakettiği vurguyu yapmış olmasıdır. Çünkü ne (Darwin'in de ait olduğu) "klasik dö­nem", ne de çağdaş araştırmaların yer aldığı "modern dönem"e maledilen bu katkılar, çoğu zaman hakettikleri ilgi-
BİLİM ve TEKNİK 66 Haziran 2005