s-1.jpg
Sonu kimse bilmiyor. Belki bir göktaşı, belki nükleer savaş, belki yeraltından gelen büyük bir patlama... ya da hiçbiri. Ancak, kendi elimizle ya da yerkürenin doğal dinamikleriyle gelmesi olası felaketleri atlatsak bile Dünyamıza asıl kaçınılmaz sonu, kendi yıldızı Güneş hazırlıyor. Dünya'nın yaşamı kadar, sonu da onun elinden gelecek gibi. Güneş, yaşam döngüsü içinde ilerleyip ölüme yaklaştıkça, yörüngesinde dolanan gezegenleri de peşinden sürükleyecek. Başta, ona en yakın olanlarını. Bilmediğimiz, bu sonun nasıl olacağı. Dünya'yı bekleyen son yanıp yutulmak mı, donmak mı, yoksa kuruyup gitmek mi? Araştırmacılar, bu konuda farklı modeller geliştiriyorlar. Neyse ki, daha düşünecek, araştıracak çoook zaman var...!
BİLİM ve TEKNİK 54 Nisan 2004
katmamız gerekiyor ki, bu da çok güç." Bu uzak gelecek için en büyük ipuçlarını, okyanus levhalarının kara­sal levhaların altına doğru battığı "dalma-batma" bölgelerinden gelen veriler sağlıyor. Modele göre, Atlantik Okyanusu'nun batı yakasında belire­cek böyle bir bölge, okyanus tabanını aşağı doğru çekerek, Atlantik sularını da zamanla derinlere gömecek. Bu, Atlantiğin genişlemeyi bırakıp, zaman İçinde küçülerek belki de tümüyle yok olması, kısacası Amerika'nın Avrupa-Afrika'yla yeniden birleşmesi, birleş­me sınırında Himalayalar'a benzer ye­ni bir dağ silsilesinin oluşması demek. Koca Atlantik'tense, kala kala belki araya sıkışmış bir iç deniz kalacak. Amerika'dan Avrupa'ya, oradan da Af­rika'ya ayaklarınızı ıslatmadan yürü­yebileceğiniz, yaklaşık 250 milyon yıl sonrasının bu birleşmiş kıtalar tablo­suna Scotese ve ekibinin verdiği isim, Pangea Ultima. Araştırmacılar, işin bununla bitmeyeceğini, Dünya'yı bu­nun gibi birkaç birleşme-ayrılma dön­güsünün bekliyor olabileceğini söylü­yorlar. Tabii tüm bunların, ayrıntılı ça­lışmalar sonucunda da olsa, kesinlik taşımayan bir modelden İbaret oldu­ğunu da vurgulayarak.
Bundan sonrası, daha da belirsiz. Ancak, Dünya'nın bölgelerinden ge­len yüksek ısının, tüm bu kayma hare­ketleri için önemli bir enerji kaynağı olduğunu, iç ısının da zaman içinde azaldığını düşünür, buna bir de -biraz­dan açıklayacağımız- kaçınılmaz görü­nen su kaybını eklersek (su, Dün­ya'nın manto tabakasını yumuşatıcı, dolayısıyla da kıta hareketlerini kolay­laştırıcı etkiye sahip), kıta hareketleri­nin eninde sonunda yavaşlayıp dura­cağı çıkarımı, en azından akla uygun görünüyor.
Önce Bitkiler...
Pennsylvania Eyalet Üniversite-si'nden James Kasting, bu "son" araş­tırmalarının önemli isimlerinden. Ona göre Dünya, ömrünün son %10'luk kesitine girmek üzere. Hesaplamaları, parlaklığı giderek artmakta olan Gü­neş'ten kaynaklanan sıcaklık yüksel­meleri sonucunda, Dünya okyanusla­rının 1 milyar yıl içinde kaybolmuş olabileceğine işaret ediyor. Ancak, Kasting'in modeline göre, gezegeni-
yacak, mekanizmalar geliştirmeye, sü­reci uzatıp ölümü geciktirmeye çalışa­cak. Dünya'nın geleceği üzerinde çalı­şan araştırmacılar da, benzer süreçle­ri onun için tanımlayıp kestirmeye ça­lışıyorlar. Güneş'in, yaklaşık 7 milyar yıl sonra Ölümüne şişerek gelmiş ola­cağı "kırmızı dev" aşaması dönemin­de, Dünya'nın ne durumda olacağını modellemeye çalışanların sayısı yeni yeni artmaktaysa da, görece yakın ge­lecek için daha büyük kesinlikle orta­ya atılabilen varsayımlar az değil.
Bunlardan birinin imzası, 250 mil­yon yıl kadar önce tek bir süperkıta (Pangea) oluşturmuş olan kıtaların, birbirlerinden ne şekilde ayrılmaya başladıklarını haritalamaya yaklaşık 30 yılını adamış Christopher Scote-se'e ait. Dünyanın yüzeyi, yavaş yavaş yer değiştiren levhalara bölünmüş du­rumda. Bu levha ve kıtaların geçmişte yaptıkları göçleri ortaya çıkarmak için yararlandığı jeolojik verilerden yola çıkan Scotese, topladığı bilgileri gele­cekteki kıta hareketlerine İlişkin tah­minlerine de uyarlamış. Araştırmacı­nın uzun çabalarla ortaya koyduğu modele göre Amerika kıtası Avrupa ve Afrika'dan yılda birkaç santimetre ay­rılmaya, ("tırnaklarınızın uzadığı hıza yaklaşık bir hızda") Afrika da kuzeye, Avrupa'ya doğru olan göçüne devam edecek. Zaten son 100 milyon yıldır kapanmakta olan bir okyanusun ka­lıntısı durumundaki Akdeniz iyice kü­çülecek, önümüzdeki 50-100 milyon yıl İçinde de tümüyle kapanmış ola­cak. Bu bölgede, itme hareketiyle ya­vaş yavaş yükselen dev bir dağ sırası­nın oluşması da mümkün. Sonuçta, 50 milyon yıl sonrasının tablosu, şim­dikinden oldukça geniş bir Atlantik Okyanusu'nu, Avrupa'yla birleşmiş bir Afrika'yı, yerinde yeller esmese de dağlar yükselmiş bir Akdeniz'i betim­liyor.
Bundan sonrasının daha belirsiz olacağını söylüyor araştırmacılar. "So­run, bilinmeyenlerde" diyor Scotese. "Otoyolda gittiğinizi varsayın. Bir saat sonra nerede olacağınızı tahmin ede­bilirsiniz. Ama yolda kaza yaparsanız, arabanız bozulursa ya da bir nedenle ana yoldan ayrılırsanız, yönünüzü de­ğiştirmek zorunda kalırsınız. Günü­müzden 100-250 milyon yıl sonrasının dünyası için tahminler yapacaksak, bi­zim de buna benzer durumları hesaba
Ölüm biçimini kestirmek, Ömürleri Dünya'nınkinin yanında kısacık kalan biz insanlar için de olanaksız. Sonsuz sayıda olasılık... Hastalık, kalp krizi, trafik kazası, yolda yürürken kafaya düşen bir saksı, cinayet... ya da yaşlan­dıkça vücudumuzda kaçınılmaz ola­rak artan serbest radikaller. Pek par­lak bir tablo sayılamasa da, gerçek. Ancak sonu bilemesek de (ki böylesi herhalde daha iyi), yaşlandıkça neler olacağını az çok kestirebiliyoruz. Yü­zümüz kırışacak, kaslarımız güçten düşecek, belki eklemlerimiz ağrıya­cak, oturup kalkarken zorlanacağız. Vücudumuzsa, tıbbın da yardımıyla kaybettiklerinin yerine yenilerini ko-
Nisan 2004 55 BİLİM ve TEKNİK
s-2.jpg
miz tam bir çöle dönüşmeden çok da­ha önce, atmosferdeki CO2 düzeyleri, bitki yaşamını olanaksız kılacak düze­ye inmiş, yani besin zincirindeki önemli bir halkayı devreden çıkarmış olacak. Dolayısıyla da tüm canlılığı.
İçlerinde su buharı ve CO2'nin de bulunduğu sera gazlarının özelliği, Güneş'ten gelen ışınımların belli dal-gaboylarında olanlarını, atmosferin yeryüzüne yakın bölgelerinde hapse­dip kaçmalarını engelleyerek, genel atmosfer ısısını yükseltebilmeleri. Bu gazlardan oluşan doğal ısı bariyerinin bileşimindeki bir değişimse, Dün-ya'nın ortalama küresel ısısını artırıp azaltabiliyor. Günümüzün endişe kay­naklarından biri, aşırı CO2 salımı etki­siyle artmakta olan küresel ısı. Ancak aralarında Kasting'in de olduğu bir­çok uzman, bundan birkaç yüz mil­yon yıl sonra, dünyayı adeta kasıp ka­vuracak düzeye ulaşacak, sonuçta ok­yanusların buharlaşıp tüm yaşam formlarının yok olmasına neden ola­cak yüksek sıcaklıkların da CO2 yok­luğundan kaynaklanacağı görüşünde.
Küresel iklimin aşağı yukarı sabit kalmasını borçlu olduğumuz CO2, do­ğal bir termostat. Yerküremiz, CO2'yi birçok farklı yüzüyle, birçok farklı ye­rinde saklıyor: atmosferde bir gaz ola­rak; okyanuslarda zayıf karbonik asit çözeltisi olarak; kutup bölgelerinde buzumsu bir faz olarak; kayalarda karbonat mineralleri, petrol ve doğal-gaz olarak. Dünya'nın ısısı herhangi bir nedenle düşmeye başlarsa, CO2'nin atmosferden Dünya yüzeyine emilimini sağlayan kimyasal tepkime­ler yavaşlar. Bu arada sürmekte olan volkanik etkinliklerle atmosfere salı­nan CO2'nin de katkısıyla, bu sera ga­zı atmosferde yeniden birikmeye baş­layarak sıcaklığı normal düzeylerine çıkarır. Atmosferin normalden çok ısındığı durumlardaysa süreç tersine işleyerek CO2'nin atmosferden yeryü-zeyi ve altına emilmesiyle sonuçlanır.
İşte bu mekanizma, 4 milyar yıldan uzun bir süredir tıkır tıkır işlemekte. Ancak ufuk pürüzsüz görünmüyor. Sorun, Güneş'in parlaklığının giderek artması (her 100 milyon yıl için % 1 oranında). Bu, fazla önemsenecek bir oran gibi görünmese de ısı arttıkça at­mosferdeki CO2 düzeyi, ısıya bağımlı kimyasal tepkimeler sonucu düşerek ve düşmeye de devam ederek 'termos-
BİLİM ve TEKNİK 56 Nisan 2004
tatı' işleyemez duruma getirecek. İşte Kasting'in, meslektaşı Ken Caldeira ile birlikte ortaya çıkardığı iklim mo­delleri de yaklaşık 500 milyon yıl son­ra atmosferdeki CO2 oranlarının, şim­dikinin % 40'ı düzeyine inmiş olacağı­nı gösteriyor.
Gerisi çorap söküğü gibi: Bu düze­yin altında fotosentez yapmakta zor­lanıp, sonunda da yapamaz hale gelen bitkilerin oranı % 95. Önce bunlar, 100-200 milyon yıl sonra da kalan % 5 yok olup gidecek. Onlarla beslenen diğer bütün canlılarla birlikte. Sonuç­ta, günümüzden 1 milyar yıl sonrası­na gelemeden, yeşillikle dolu Dünya­mız, kahverengi çamura bürünmüş olacak.
... Sonra Ne Kaldıysa
Bununla da bitmiyor. Günümüz­den 1,2 milyar yıl sonrasına bakıyo­ruz. Güneş, şimdikinden yaklaşık % 15 daha parlak. Dünya'nın yüzey sı­caklığı 60 - 70 °C civarında. CO2'yi at­mosferden çekip alan kimyasal tepki­meler artık iyice artmış ve hızlanmış durumda, öyle ki, CO2 artık atmosfer­de yok denecek kadar az. Okyanuslar iyice ısınmaya, atmosferin nem oranı­nı artırmaya başladılar. Su buharı da bir sera gazı, ama CO2 gibi doğal bir termostat değil. Atmosferde daha faz­la su, daha fazla ısı ve dolayısıyla da­ha fazla buharlaşma demek. Böylece okyanuslar da kaybolarak geriye ge­niş tuz çölleri bırakıyor, çarklarını döndürmek' için gerekli sıvıdan yok­sun kalan kıtalarsa artık son bir gıcır­tıyla durmak zorunda kalıyorlar. Ya­şam artık sonlandı, çıt yok. Ne tek bir kuş sesi, ne sinek vızıltısı, ne de hışır­dayan bîr yaprak...
"Gökbilimciler, okyanusların enin­de sonunda buharlaşıp gideceğini öteden beri biliyorlardı" diyor Kas-ting. "Ancak bunun, Güneş'in "ana-kol" evresinden ayrılıp (bkz. Güneş'i Bekleyen Gelecek ) genişlemeye baş­layacağı yaklaşık 5 milyar yıl sonrası­na gelmeden gerçekleşeceğini düşün­müyorlardı. Yaptığım hesaplamalar-sa, pek iyimser sonuçlar vermiyor: En fazla 1 milyar yıl. Hesaplamalar doğruysa, üzerinde yaklaşık 4,5 mil­yar yıldır yaşam barındıran Dün­ya'nın, yaşam açısından da ancak ya­rım milyar yılı kaldı."
Güneş'i Bekleyen Gelecek
Bir yıldızın yaşamı, basitçe kütleçekim kuv­vetiyle nükleer füzyon tepkimeleri arasındaki bitmez tükenmez çekişmeden ibaret. Kütleçeki-mi etkisiyle çökme tehlikesi altına giren yıldız, füzyon tepkimeleriyle enerji salarak genişliyor. Yıldızın 'metabolizması', yani merkezinde yer alan hidrojeni hangi hızla tükettiği, bu kuvvetler arasındaki basit dengeyle belirleniyor. Yıldızın kütlesi büyüdükçe, onu çökertmekle tehdit eden kütleçekimi de büyüyor; çökmekten kurtulmak için yakması gereken hidrojenin miktarı da o ka­dar artıyor. (Bkz. "Güneş'e Neler Oluyor" - Yıl­dızların Yaşam Döngüsü, Bilim ve Teknik, Aralık 2003). Tüm yıldızlar, merkezlerindeki hidrojeni helyuma dönüştürerek enerji sağlamakla işe başlıyorlar. Bu, yıldızın enerji çıktısının sabit sa­yılabileceği ve yakınlarındaki bir gezegene yaşa­ma şansı verebileceği bir aşama ("anakol aşama­sı"). Ancak bir süre sonra merkezdeki hidrojen azalıyor; tabii beraberinde de, füzyon tepkime­leri. Denge, kütleçekiminin lehinde. Merkez çökmeye başlıyor; çöktükçe de sıcaklık ve yo­ğunluğu artıyor. Bundan sonra olacaklar, kütle­sine bağlı.
Orta kütleli bir yıldız olan Güneş'in başına gelecekler Özetle şöyle: Çökmekte olan merkez, yeni türden bir füzyon tepkimesine olanak vere-" cek sıcaklığa ulaşacak; daha önceki aşamada üretilen helyum, bu tepkimelerin sonucunda karbon oluşturacak. Kütleçekim kuvvetine karşı bir sayı atılmış, yıldızımızın 100-200 katı geniş­lemesine yol açılmış durumda. Eskisinden bin­lerce kat daha parlak, ancak yüzey sıcaklığı düş­müş olan Güneş, kızılımsı bir renk alarak "kır­mızı dev" aşamasına gelmiş olacak. Yaklaşık 7 milyar yıl sonra. Çekişmenin etkisiyle birkaç kez daha büzülüp genişledikten sonra da enerji kay­naklarını tümüyle tüketecek ve dış katmanlarını
s-3.jpg
uzaya salacak. Sonuçta koca devden geriye, ka­la kala sönük bir "beyaz cüce" kalacak.
hidrojen ve oksijene ayrıştıracak. Dünya'nın kütleçekimi hidrojeni tut­makta yetersiz kalacağından, hidrojen uzaya savrulurken, oksijen yerini ko­ruyacak. Üstelik de yüksek sıcaklığın etkisiyle artarak yüzlerce atmosfere ulaşan basıncıyla. Bu oksijenin, kaya­ların yapısındaki demir tarafından emilimiyse, olasılıkla gezegene kızı­lımsı, paslı bir görünüm verecek; Mars'da olduğu gibi. Kargel, zehirli ve kalın bir sülfürik asit bulutuyla çevrili Venüs'le de bir paralellik kuruyor. Dünya üzerindeki etkisi durmamacası-na artan sera etkisinin sonucu olarak, artık 1000 °C'yi bulmuş olan sıcaklık­lar altında eriyen kayalar, dev magma denizleri oluşturacak ve bunlardan sülfat mineralleri ayrışacak. Eğer orta­da, ince de olsa atmosfer adına birşey kalırsa, bu da Venüs'teki gibi ölümcül bir sülfürik asit kokteylinden ibaret olacak.
Ölümün Yüzü
Ölmekte olan Dünya'nın neye ben­zeyeceğine İlişkin ayrıntılı bir jeolojik model henüz oluşturulmuş değil. Ama ABD Jeolojik Araştırmalar Kuru-mu'nda görevli bir gezegenbilimci olan Jeffrey Kargel, bu konuda bazı önemli çalışmalar yapmış. Kargel'a gö­re, kıta kaymalarının, dolayısıyla da dağ oluşumunun artık sonlanmış ol­duğu böyle bir dünyadaki değişimle­rin temel kaynağı, kalan sığ, çamurlu, buharlı akarsularla gelen aşınma ve erozyon olacak. Dünya, çıkıntıların­dan arınacak, tüm dağlar zaman için­de erozyon sonucunda yerle bir hale gelecek.
Senaryoyu biraz daha zorluyor Kargel. Buna göre, Öyle bir zaman ge­lecek ki, Güneş kaynaklı morötesi ışın­lar, Dünya'nın buhar dolu atmosferini
Nisan 2004 57 BİLİM ve TEKNİK
s-4.jpg
Ateş ve Buz
Geçtiğimiz Eylül ayında Amerika Gökbilim Derneği'nin California'da gerçekleştirdiği bir toplantıda Kargel, Güneş'in yaklaşık 7 milyar yıl sonra gelmiş olacağı kırmızı dev aşamasın­da Dünya'nın neye benzeyebileceği üzerine geliştirdiği yeni modellerden sözetti. Şu anda hiç kimse, Dünya ve Ay'ın o aşamada Güneş çevresinde nasıl dolanacakları konusunda kesin birşey söyleyemiyor. Olasılıklardan bi­ri, Dünya'nın Güneş'e kütleçekimsel olarak kilitlenmesi. Bu, Dünya'nın kendi ekseni çevresindeki dönme hı­zının, Güneş çevresinde dolandığı hı­za eşitlenmesi, yani Güneş'e hep aynı yüzünü gösteriyor olması anlamına geliyor. İşte Kargel'a göre "gündüz yüzeyi"nden görüntüler: Kızıl Güneş, şimdi göründüğünün 250 katı geniş­likte; gökyüzünün çoğunu kaplamış durumda. Gezegenin çok büyük bir bölümünü aydınlatıyor. Tam anlamıy­la karanlıkta kalan kısımsa, arkada, en fazla Kuzey Amerika genişliğinde bir bölge. Yakın çevresini, sürekli bir alacakaranlık kuşağı sarıyor. Kargel, Güneş'in artmakta olan parlaklığına ilişkin verilerden yola çıkarak, bu uzak gelecekteki Dünya'nın yüzey sı­caklığını da hesaplamış ve yaklaşık 7,5 milyar sonra, Güneş'e doğrudan maruz magma okyanusunun 2200 °C sıcaklığa ulaşabileceğini bulmuş. Bu, magmanın buharlaşmaya başlayacağı anlamına geliyor.
Araştırmacıya göre, gece yüzeyin­deki sıcaklıkları tahmin etmek daha güç. Eğer buraya ısıyı iletebilecek bir atmosfer hâlâ varsa, bu yüzey bile ka­vurucu olabilecek. Ama yoksa, bu se­fer de sıcaklığın aşırı derecede düşük olması sözkonusu; belki de, çok ince bir atmosfere sahip Merkür gibi. Mer­kür'ün 350 °C'yi bulan sıcaklıkları, geceleri -170 °C'ye düşebiliyor. Kar­gel, Dünya'nın tam karanlıkta kalan bölgesi için bu değerin -240 °C'yi bu­labileceği görüşünde.
Tabii sıcaklık bakımından böylesi­ne aşırı uçlar, beraberinde başka so­nuçlar da getirecek. Sıcak yüzeyde magma okyanusundan buharlaşan si­lisyum, magnezyum, demir ve bunla­rın oksitleri, alacakaranlık bölgesinde yeniden yoğunlaşarak yeryüzüne ine­cek. Belki demir yağmurları, belki si-
lisyum monoksit karları olarak. Daha soğuk bölgelere de potasyum ve sod­yum karları yağacak. Karanlık ve so-ğuk yüzeydeyse CO2, sülfür dioksit ve argonun, donarak dev bir buz kütlesi oluşturması, üzerinin de bir nitrojen örtüsüyle kaplanması sözkonusu. Al­tında, bildiğimiz buz; tabii gezegende biraz olsun su kaldıysa. Alacakaranlık kuşağıysa, Dünya'nın neye benzediği­ni merak edip oralara yolu düşmüş ısı­ya dayanıklı bir-iki uzaylı için hoş bir
sürpriz barındırıyor olabilir. Geçmişin­den küçük bir anı; kendisini çevrele­yen cehennemin arasına sıkışmış bir sıvı su denizi! Bakarsınız, deniz taba­nında da günümüz gökdelenlerinden bir iki taş parçası...
... Ve Son Perde
Sahneye yeniden bir göz atalım. Bundan 6,5-7 milyar yıl sonrası. Dünya
mavi-yeşil, sulak görünümünü terk et-
s-5.jpg
ATEŞ VE BUZ TOPU
Jeffrey Kargel'ın hesaplamalarına göre, 7 milyar yıl sonra Dünya'nın bir yüzü Güneş'e sürekli olarak, dönük
olacak. Aşırı derecede yükselmiş sıcaklıkların sonucunda, bu yüzde erimiş kayalardan okyanuslar, kalsiyum
ve alüminyum oksit bakımından zengin kıtalar bulunacak. Soğuk yüzey de dev bir buz kitlesi içerecek. İki
yüzeyin arasındaysa sodyum ve potasyum karları yağıyor olacak.
BİLİM ve TEKNİK 58 Nisan 2004
s-6.jpg
" miş, öfkeli, kahve-kızıl, cehennem gibi bir gezegen. Üzerinde bir zamanlar ya­şayan canlılar açlıktan ölüp gideli çok olmuş. Güneş, gökyüzünün büyük bö­lümünü kaplar durumda. Gezegenin çok büyük kesimi için günbatımı diye birşey yok. Yeryüzünde 2000 °C'ye ulaşabilen sıcaklıklar, alttaki kayaları eritip yakıcı gökyüzüne doğru buhar-laştırıyor. Gezegenin geceyarısı karan-lığındansa, üzeri nitrojen tozuna bu­lanmış, koca bir buz kütlesi yükselmiş. Bu cehennemi fırın ve derin donduru­cu bölgelerinin arasındaysa, sodyum ve potasyum karlarının yağdığı bir ala­cakaranlık kuşağı.
Bu böyle sürüp gidecek mi? Güneş, Dünya'yı da içine alacak kadar genişle­yecek mi? Iowa Üniversitesi'nden Lee Anne Willson ve meslektaşı George Brown'a göre, evet. İki araştırmacı, Güneş'e benzer orta büyüklükteki baş­ka yıldızların ölüm süreçleri, yani kır­mızı dev aşamaları üzerinde inceleme­ler yaparak, bulgularını Dünya'nın ka­derini tahminde kullanmışlar. "Dünya, kendini Güneş'in içinde bulacak" diyor Willson. "İçerdiği ya da buharlaştırdığı bütün madde, Güneş'inkiyle' bütünle­şecek. Güneş'in bu bölümünün, so­nunda uzaya saçılmasıyla da, külleri yıldızlararası boşluğa dağılacak..."
Peki, bu kaderden hiç mi kaçış yo­lu yok? Araştırmacılar, olduğunu söy­lüyor. Ama var olan iki yolun sonu da ölümcül soğuk. Willson'a gore, Gü­neş'in fazla büyümeden kütle kaybet­mesi durumunda Dünya'nın daha bü­yük bîr yörüngeye geçerek kaçma ola­sılığı var. Ancak, bu da Güneş'in, evri­minin daha önceki aşamalarında en az % 20'lik bir kütle kaybına uğramasıy­la mümkün. Oldukça uzak bir olasılık.
Michigan Üniversitesi'nde fizikçi olan Fred Adams da Willson'la aynı görüşte ve şimdiki yörüngesinde kal­ması durumunda Dünya'nın kavrulup gitmekten başka şansı olmadığını ka­bul ediyor. Ancak Adams, bir kaçış modeli daha geliştirmiş. Başka bazı yıldızlar çevresindeki gezegenlerin yö­rüngelerinde düzensizlikler olduğu bi­liniyor. Bunun nedeni İçin yapılan tah­minlerden biri, geçmekte olan başka bir yıldızın kütleçekimsel etkisi üze­rinde yoğunlaşıyor. Adams da, gele­cekte bir başka yıldız ya da yıldız sis­teminin, Dünya'yı yörüngesinden ede­cek bir tekme savurma olasılığını me-
rak etmiş. NASA Ames Araştırma La-boratuvarı'ndan Gregory Laughlin'le yaptıkları çalışmada, önümüzdeki 3,5 milyar yıl içinde yakınlardan geçebile­cek yıldızlarla gerçekleşebilecek olası etkileşimlere ilişkin simülasyonlar oluşturmuşlar. Sonuçlara göre, geze­genimizin Güneş Sistemi'nin dışına atılması olasılığı 100 binde 1. "Çok da kötü sayılmaz" diyor Adams. "En azın­dan lotoyla kıyaslandığında!" İyi de, sistemden dışarı fırlatılmak çok mu iyi? Adams, soğuk bir kozmik köşeye sığınmış bir Dünya'ya ait okyanusla­rın, yaklaşık 1 milyon yıl sonra kaska­tı donmuş olacağını, ama hidrotermal açıklıklar ya da başka iç enerji kay­nakları aracılığıyla desteklenen bazı yaşam formlarının, burada 30 milyar yıla kadar barınabileceği görüşünde. Ancak tüm modelleri, Dünya'da şu an varolan yaşamın daha bir 3,5 milyar yıl süreceği varsayımına dayalı. Yani Kasting'in yukarıda anlatılan "yarım
milyar yıl" sonuçlarıyla çelişkili. Acaba kim haklı? Ne yazık ki bunu yalnızca biz değil, kimse bilemeyecek!
Nasıl olacağını tam bilemesek de, son pek parlak değil. Daha doğrusu biraz fazla parlak olacak gibi. öyleyse konu üzerinde neden bunca araştırma yapılıyor? Sonu bıraksak da kendimi­ze kaçacak delik bulmaya baksak ya? Kargel, "son" araştırmalarının, işte tam da bu nedenle önemli olduğunu söylüyor. Kendi modelinin kesin bir güvenilirlik taşımadığını, yalnızca bir karalama olduğunu vurgulayan araş­tırmacı, bunun yine de daha ayrıntılı araştırmalara önayak olacağını umu­yor. Çünkü bu tür modeller, gökbilim­cilerin yakın yıldızlar çevresindeki ge­zegenleri anlamaları bakımından önemli ipuçları verebilecek. Son on yıl içİnde,:100'ün üzerinde gezegen orta­ya çıktı; ancak gezegen olduğu tam anlamıyla doğrulananların çoğu, Jüpi­ter gibi gaz devleri. Ayrıca, bunların
Nisan 2004 59 BİLİM ve TEKNİK
s-7.jpg
varlığını keşfetmek, diğerlerine göre daha kolay. Beklentilerse, Dünya ben­zeri ve Dünya gibi kayaç gezegenleri de ortaya çıkarmak.
NASA'nın 2012 yılında fırlatılması hedeflenen Kayaç Gezegen Avcısı'nın (Terrestrial Planet Finder), yaklaşık 150 yıldız çevresinde dolanan küçük gezegenleri keşfetmesi bekleniyor. Kargel'ınki gibi modellerse, bulabile­ceği Dünya benzeri gezegenlerdeki çe­şitliliklerin değerlendirilmesine yar­dımcı olacak. Proje ekibinden olan Kasting, evrimlerinin çeşitli aşamala­rındaki gezegenleri görmeyi umdukla­rını söylüyor. Ve ekliyor: "Ancak gör-
düklerimizi de anlamak istiyoruz." Bulunanların, bizim mavi, ılımlı geze­genimize benzememe olasılığı büyük elbette. Washington Üniversitesi'nde gökbilimci olan Donald Brownlee'nin yorumuysa şöyle: "Belki de göreceği­miz, yüzeyi erimiş, İçerdiği oksijen 100 atmosfer basıncında olan bir ge­zegen olacak. Çoğu kişi, bunun tuhaf bir gezegen olduğu yorumunu yapa­cakken, biz belki de 'hayır' diyeceğiz. 'Bu yalnızca bizim geleceğimiz.' "
Ölümü kabullenmek bir yana, algı­lamak bile zorsa, Dünya'nın ölümünü algılamak daha da zor. Ürkütücü so­nun, insanların zaten çoktan yokolup
gitmiş olduğu bir zamana karşılık gel­mesi, kaç yüreğe su serpebiliyor? O zamana kadar üzerinde yaşanabilecek başka bir gezegen bulunabileceği dü­şüncesiyle avunuyoruz şimdilik. Bildi­ğimiz, tanıdık mavi gezegenden ayrıl­mak ne kadar avutucuysa...
Zeynep Tozar
Kaynaklar
Backus, P. "Time Enough for Life" http://www.space.com/search-
foriife/seti_backus_life_031016.html Barry, P. "Continents in Collision" http://science.nasa.gov/headli-
nes/y2000/ast06oct_1.htm Britt, R.R. "Freeze, Fry or Dry: How Long Has the Earth Got?"
http://www.space.com/scienceastronomy/solarsystem/de-
ath_of_earth_000224.html
Muir. H. "Hell on Earth" New Scientist 6 Aralık 2003 http://www.ast.cam.ac.uk/HST/ press/oposite.stsci.edu/pubin-
fo/PR/97?38/astrofile2.html ("Life on the Edge")
s-8.jpg