"B
İR fizik kuramı, matema­tiksel güzelliğe sahip ol­
malıdır." Bu, 1976'da ken­disine fiziğin ne olduğu sorulduğunda Paul Dirac'ın verdiği yanıttı. Dirac, ku­ramsal fizik alanındaki saygın kariyeri boyunca çoğu zaman fiziğin estetik ve mantıksal yönlerini vurguladı. Bu yak­laşım ona bazen inanılmaz ilerlemeler sağlamakla birlikte, onu sıklıkla verim­siz yan yollara da yöneltti.
Gençliğinde bile bir deha ve özgür düşünür olarak tanınan Dirac'ın fiziği ele alış biçimi yenilikçi, ama anlaşılma­sı da bir o kadar güçtü. 1926'da Eins-tein, o zaman 24 yaşında olan bu Cambridge fizikçisinin bir makalesini anlamaya çalışırken şöyle demişti: "Di-rac ile başım dertte. Dehayla deliliğin, bu başdöndürücü zikzak yolda denge­lenmiş olması, berbat bir şey!".
Şimdi? doğumundan yüz yıl sonra, Dirac'ın dünyanın yeni bir dünya tab-losuyla sonuçlanan bilimsel devrimde­ki benzersiz rolü artık tam olarak an­laşılıyor. İtalyan fizikçi Antonino Zic-hichi'nin yakın zamanda söylediği gibi, Dirac'ın çağdaş fizik üzerindeki etkisi, Einstein'ınkinden bile daha büyük ol­muş olabilir.
Yaşamı ve Çalışmaları
Paul Adrien Maurice Dirac, 8 Ağus­tos 1902'de Bristol'da (İngiltere) doğ­du. Babası İsviçre'de Fransızca konu­şan bir kantondan olan Dirac, 1919'da İngiliz vatandaşlığına girinceye kadar İsviçre vatandaşı olarak büyüdü. Bris­tol Üniversitesi'nde elektrik mühendis­liği ve uygulamalı matematik okuduk­tan sonra Ralph Fowler'in gözetimin­de araştırma Öğrencisi olarak Cambrid­ge Üniversitesi'ne girdi. 1925 sonbaha­rında da kuantum mekaniğinin kendi versiyonu olan ve "q-sayısı cebiri" ola­rak bilinen çalışmasıyla kuramsal fizik­te büyük bir atılım yaptı.
Daha sonraki birkaç yıl içinde Dirac yeni "kuantum fiziği"nin lideri duru­muna geldi. En yaratıcı dönemiyse, gü­nümüz kuantum mekaniğinde temel önemi olan yepyeni kuramlar geliştir­diği 1925-1933 arası dönemdir. Örne­ğin 1927'de şimdi Fermi-Dirac istatisti­ği denen kuramı bağımsız olarak geliş­tirdi ve kuantum elektrodinamiği ko­nusunda öncülük eden bir makale yaz­dı: "Işınım yayımı ve soğurulmağının
FİZİKTE GÜZELLİK ARAYIŞI
PAUL DİRAC
kuantum kuramı". Ertesi yıl da elekt­ronlar için relativistik dalga denklemi­ni geliştirdi ve onu kullanarak, daha Önce yalnızca bir doğa olayı olarak al­gılanan "spin" (dönme) ve manyetik moment kavramlarını açıkladı. Daha da önemlisi, bu kuramın 1934'te Di­rac'ın karşı-elektron ve genel olarak karşı-parçacıkların varlığını Öngörme­sine yol açan fikirlerinin başlangıç noktası olması.
Dirac'ın 1930'da, 27 gibi oldukça genç bir yaşta Royal Society'ye üye se­çilmesi, onun bilimsel saygınlığının bir göstergesidir. O sırada Manchester Üniversitesi'nde bir kürsü teklifi almış ve onu geri çevirmişti. 1932'de, Camb-ridge'de bir zamanlar Isaac New-ton'un, günümüzdeyse Stephen Haw-king'in getirildiği "Lucasian" kürsüsü matematik profesörlüğüne atandı.
Dirac'ın yaşamındaki bir başka önemli olay, 1933 yılında "atom kura­mı ve uygulamaları için yeni verimli bi­çimlerin keşfi" ile Nobel Fizik ödü-lü'nü Erwin Schrödinger ile paylaşma-
sıydı. Emekli olduğu 1969 yılına kadar Lucasian profesörlüğünü sürdürdü; sonra, Tallahassee'deki Florida Eyalet Üniversitesi'nin fizik bölümüne katıldı. ABD'de kaldığı süre boyunca Dirac üretkenliğini sürdürdü ve 20 Ekim 1984'teki ölümünden kısa bir süre ön­cesine kadar, fizik araştırmalarına de­vam etti.
Sembolik Yöntem
Dirac Bristol'da mühendislik Öğren-cisiyken bazı felsefe kitapları okumuş, ancak daha sonra anımsadığına göre, felsefenin yararını anlama çabalan ba­şarısız olmuştu: "Sonunda felsefenin fiziğe herhangi bir katkıda bulunama­yacağına karar verdim." Dirac felsefeyi ciddiye almıyordu. Bir keresinde onu "zaten gerçekleşmiş keşifler hakkında bir konuşma ve yorum yapma biçimi" olarak tanımlamıştı. Ne var ki, bilim felsefecilerinin kullandıkları bazı dü­şünce kalıpları, onun fiziğe yaklaşımı­nın da belirleyici niteliğiydi.
BİLİM ve TEKNİK 84 Ocak 2004
Genel olarak "doğrulamacılığın" (pozitivizm) özelliklerini desteklerdi. Fiziğin yalnızca, deneysel olarak sına­nabilir öngörüler yapmak için bir araç olduğu ve bir fizik kuramının, İlke ola­rak gözlemlenebilir niteliklerden oluş­ması gerektiğini savunan "araçsalcılık" (enstrümantalizm) gibi. Dirac, Heisen-berg'in 1925'te öne sürdüğü kuantum mekaniği kuramının temelini oluştu­ran bu öğretiyi, yine onun aracılığıyla benimsemişti. Ancak bu Öğretiye her zaman bağlı kalmadı ve gözlemlenebi­lir sayılamayacak nicelikler önerdiği de oldu. Gözlemlenebilir olmayan şey­lerin de fizik kuramlarından tümüyle dışlanamayacağını farketmişti. Nedeni, gözlemlediklerimizin yalnızca doğa­dan gelmemesi, kısmen de doğayı anla­mak İçin kullandığımız kuramlarla sap­tanmış olmasıydı.
Fiziğin amacı, Dirac'a göre, dünya­nın özelliklerini ortaya koymak değil, yalnızca deneysel sonuçları hesaplama yöntemlerini sağlayacak somut sistem­ler oluşturmaktı. Anlam, yorum ve on­toloji, yani dünyada neyin gerçekten varolduğu sorulan tümüyle yersizdi. 1936'da Max Born, Dirac'ın yaklaşımı­nı şöyle ifade etmişti: "Bütün İstediği­miz, matematik açısından tutarlı bir kuramdır. Deneysel dünya hakkında söylenebilecek her şeyi o temsil eder. Onun yardımıyla, gözlemlenmemiş olayları öngörebiliriz ve İstediğimiz de bundan ibaret. Nesnel dünya İle ne kastettiğinizi bilmiyoruz ve önemsemi­yoruz."
Dirac doğrulamacı erdemlere övgü­sünü sürdürürken, İkinci Dünya Sava-şı'ndan sonra, bir fizik kuramı için ön­görme yetisinin yeterli olmadığını da sıkça vurgulayarak, bilimsel anlayışın aynı zamanda güzellik ve yalınlık gibi ölçütleri de sağlaması gerektiği görü­şüne daha fazla yöneldi; bunlar öngör­me ölçütüyle uyuşmasa bile.
Dirac'ın matematiksel yöntemleri, özellikle de olayları öngörmek için kul­lanılabilecek denklemleri yeğlediği or­tadaydı. Kuantum mekaniğinin yorum­lanması gibi felsefi önemi olan daha kapsamlı sorular ilgisini çekmedi. 1927'deki Solvay toplantısına katıldı ve Einstein ile Niels Bohr arasındaki ünlü tartışmayı izledi. Kuramsal fiziğin bu iki devinin tartıştığı konu, kuantum mekaniğinin eksiksiz bir kuram olup olmadığıydı. Daha sonra Dirac "Onları
dinledim ama tartışmaya girmedim; Çünkü aslında konuyla pek o kadar da ilgilenmiyordum. Beni asıl ilgilendiren, doğru denklemleri elde etmekti" de­mişti.
Benzer şekilde, Bohr'un kuantum mekanik anlayışıyla hemfikir olduğu halde, onun kuantum dünyasının Ko­penhag yorumunun temel taşlarından biri olan "tümleyicilik (complementa­rity) ilkesinden hiç hoşlanmamıştı. ' Bohr'un İlkesine göre, elektron gibi fi­ziksel nesneler yalnızca parçacık ve dalga gibi birbirini dışlayan kavramlar tarafından tam olarak İfade edilebilir­di. Dirac'ın bundan hoşnut olmama ne­deni, tümleyicilik ilkesinin "daha önce sahip olmadığımız denklemlere yol aç­mıyor" olmasıydı.
Araçsalcılık eğiliminden beklenebi­leceği gibi, Dirac'ın kuantum mekani­ğine cebirsel yaklaşımı son derece so­yuttu ve deneylere ya da sayısal verile­re pek az atıfta bulunuyordu. 1930'da yazdığı "Kuantum Mekaniğinin İlkele­ri" isimli ünlü ders kitabı, "sembolik yöntem" adını verdiği yönteme dayalıy­dı. Bu yöntem "temel önem taşıyan ni­celikleri doğrudan soyut biçimde ele alıyor...ve nesnelerin doğası konusuna daha derinden yaklaşıyordu". Dirac, kuantum mekaniğinin genel kuramını fiziksel yorumdan bağımsız olacak bir yolla ifade etmek istiyordu: "Kullanı­lan sembollerin hiçbir yerde kesin bi­çimde belirlenmediği, ya da bunun hiç gerekli olmadığı bir yolla. Onlar hep soyut bir biçimde kullanılıyorlar; İste­nen yalnızca sağladıkları cebirsel aksi­yomlar, ve onları içeren denklemlerle fiziksel koşullar arasındaki bağlantı."
Sembolik yöntem bazı fizikçileri korkutmuş, ama başka bazılarının da ilgisini çekmişti. Örneğin İngiliz gökbi­limci Arthur Eddington, Dirac'ın fizik yönteminden büyülenmişti. Onu "son derece fızikötesi, neredeyse mistik" olarak övmüş ve kendisinin maddesel-
likten arınmış, matematik sembolleriy-le donanmış bir gölgeler dünyası şek­lindeki evren görüşüyle çok uyumlu bulmuştu.
Bolluk İlkesi
Dirac'ın matematiğin gücü konusu­nu vurgulamasının ontolojik (var ol­mayla ilgili) sonuçlan da oldu. Görüş-lerini hiçbir zaman, âçıkça_ifade-etme-di; ancak bazı durumlarda, bazı_ fizik­sel niceliklerin varlığını doğrudan ma­tematik kuramlarını kullanarak sapta-dı. Temel kuramlarda ortaya çıkan bir­çok matematiksel niceliğin doğada bir karşılığı olduğuna -yani fiziksel bir var­lığa sahip olduğuna- inanma eğilimi vardı. Başka deyişle, matematiksel ba­kımdan tutarlı olan betimlemelere sa-
hip olan -ve temel fizik Tasalarının ola­naksız kılmadığı- her varlığın doğada da var olması gerektiğini kabul edİyor-
Dirac'ın bu görüşü, "bolluk İlkesi (principle of plenitude)" olarak bilinen eski bir metafizik öğretisinin çağdaş versiyonudur, özellikle Newton'un çağdaşı Gottfried Leibniz'in benimsedi­ği bu ilkeye göre, olanaklı olduğu dü­şünülen her şeyin aynı zamanda fizik­sel gerçekliğe de sahip olması gereki­yordu. Bu İlke, Örneğin, 17. yüzyılda denizkızlarının görüldüğü iddiasını, daha sonra da bilinmeyen bitkiler, dünya-dışı yaratıklar, ve yeni kimyasal elementlerin varlığını desteklemek için kullanılmıştı. Dirac da bu bolluk ilke­sinden sıkça yararlandı. En çarpıcı ör­neklerden biriyse, karşı-elektron ile manyetik tek-kutbu (monopole) ortaya koyduğu ilginç 1931 makalesidir.
Dirac, bu makalenin yöntemsel giriş bölümünde kuramsal fiziğin ilerlemesi İçin bir krallar yolu önerdi. İlerlemeye giden yolun "kuramsal fiziğin temelini oluşturan matematiksel biçimselliği kusursuzluğa ve genelliğe ulaştıracak
Ocak 2004 85 BİLİM veTEKNİK
Dirac'ın genel felsefesi, fiziksel du­rumun çözümü için matematiğe gü­venmek ve önceliği fiziksel deneyselli­ğe değil, matematiksel biçimselliğe ver­mek şeklindeydi. Elbette kastettiği, te­mel fiziğin bütün matematiksel sonuç­larının bir fiziksel gerçekle eşleştiği de­ğildi. Bolluk ilkesini kullanımı, onun kısa sürede düşüncelerinin merkezine yerleşecek olan "güzel matematik" an­layışına dayanıyordu.
Matematiksel Güzellik
İleri matematiğe olan tutkusuna karşın, Dirac basit olan ve fizik prob­lemlerinin çözümünde doğrudan kul­lanılabilen matematik kavramları yeğ­lerdi. Önemli olan, kesin denklemler, katı İspatlar ya da aksiyom sistemleri değil, doğru matematiksel sezgi ve uy­gun araçlardı.
Dirac'ın matematiksel titizliği fazla Önemsememesi, belki de daha Önce gördüğü mühendislik eğitiminde yak­laşık yöntemlerin ve yüzeysel mate­matiğin değerini kavramış olmasın­dan kaynaklanıyor olabilir. Relativis­tik dalga denklemini elde ederken kullandığı şaşırtıcı yöntem fizikçileri çok etkilemişti; ama matematiksel te­meli pek güçlü sayılmazdı. Denklem­de görülen 4x4 matrislere, uygula­mada kullanılması olası ve uygun ni­celikler olarak bakıyordu; ancak onla­rın matematiksel niteliklerini sapta­mayı pür matematikçilere bırakmıştı. "Spinor analiz" denen matematik dalı bunun sonucudur.
Dirac'ın, Kuantum Mekaniğinin İl­keleri kitabının Önsözünde "matema­tik bir araçtır" görüşünü vurgulaması­na karşın, matematiğe bakışının bir başka yönü de vardı. 1935 yılından başlayarak matematik için güçlü bir es­tetik görüş geliştirmeye başladı: doğa yasalarının belirleyici niteliği, yüksek düzeyde matematiksel "güzellik"ti. Gü­zel matematik denklemleriyle fiziksel dünyanın İşleyişi arasında derin bir uyum vardı.
1939'da bir yazısında "matematikçi­lerin ilginç buldukları kuralların doğa­nın da seçimi olduğu, zamanla daha da belirginleşiyor" diyordu. Daha sonra 1963'te, Tanrı'yı şöyle betimliyordu: "Evreni yapılandırırken çok ileri mate­matik kullanan, çok yüksek düzeyde bir matematikçi".
Dirac (solda), Richard Feynman'la 1962'de Polonya'da gerçekleşen "Relativistik Kütleçekim Kuramları Ulus­lararası Konferansı" sırasında tartışırken. Dirac, bir kuramın "güzel" ya da "çirkin" olduğunu sezgisel olarak bilirdi. Çirkin matematik için verdiği başlıca örnekse Feynman ve başka fizikçiler tarafından geliştirilen kuan-
tum elektrodinamik kuramıdır. Ona göre bu kuram gereksiz ölçüde karmaşıktı ve sağlam olmayan matematiksel akıl yürütmelere dayanıyordu. Her ne kadar deneylerle uyumlu olsa da, Dirac kuramın temelde
doğru olmayacağı kanısındaydı.
girişimlerde, pür matematiğin bütün kaynaklarını kullanmak ve bu yöndeki her başarıdan sonra yeni matematiksel özellikleri fiziksel varlıklarla yorumla­maya çalışmak" olduğuna inanıyordu.
Bu yöntemle Dirac kuantum meka­niğini kullanarak manyetik yüklerin, yani monopollerin, tutarlı biçimde açıklanabileceğini kanıtladı. Onun manyetik monopolü, yalnızca kuan­tum kuramı uyannca varolan varsa­yımsal bir parçacıktı; ama Dirac, potan­siyel varolmayla gerçek varolmanın ay­nı şey olduğuna inanıyordu. Monopol­ler, engelleyici kuramsal gerekçeler yoksa doğada bir yerlerde neden var olmasınlardı? Ya da, kendi ifadesiyle "doğanın onları biç kullanmaması şa­şırtıcı olmaz mıydı?"
1960'larda fizikçilerin bu gizemli parçacığı ciddi biçimde aramaya başla­malarında, bu tür bir bolluk gerekçesi önemli rol oynadı. Ne var ki, yıllar sü­ren başarısız deneyler (ve bazı sapta­ma iddiaları) bolluk gerekçesine güve­ni zorlaştırdı. 1976'da Dirac problemin yalnızca deneysel olarak saptanabile­ceği sonucuna vardı. Monopollerin bel­ki de varolmadığını ise, 1981'de ünlü fizikçi Abdus Salam'a bir mektubunda dile getirdi.
Dirac, monopolü öngördüğü sıralar­da, 1928'de elde ettiği relativistik dal­ga denkleminin negatif-enerjİ çözümü-
nü yorumlarken de benzer yöntemler kullandı. Parçacıklar negatif enerji ta-şryamadıkları halde Dirac, kuramda or­taya çıkan negatif enerji durumlarının fiziksel birşeyleri temsil ettiği konu­sunda ısrarlıydı. Bu nedenle de 1930'da negatif enerji sürekliliğinde "deliklerin varlığını içeren ünlü bir yorum öne sürdü ve bu deliklerin pro­tonlar olabileceğini söyledi. Ertesi yıl da deliklerin varsayımsal "karşı-elekt-ron"lar -pozitif yüklü elektronlar- ol­duklarını ileri sürdü. Ancak, delikler gerçekten karşı-elektronlardan oluşu­yorsa, öteki elektronlarla yok olarak gama ışınları oluşturabilirlerdi. Böyle bir şey doğada gerçekleşebilir miydi? Dirac'a göre yanıt "evet" idi. "Bu tür süreçlerin dünyada bir yerlerde olma­ması için bir neden yok. Bunlar bütün genel doğa yasalarıyla tutarlı olurdu" diye yazmıştı. Protonların kılık değiş­tirmiş elektronlar oldukları yolundaki kısa ömürlü varsayım, tam da Dirac'ın hoşlanacağı türdendi. Çünkü felsefeci­lerin hayal ettiği şeyi gerçekleştirmeyi vaadediyor ve bütün maddeyi tek bir parçacığın, yani elektronun farklı gö­rünümlerine indirgiyordu. Dirac, kura-mındaki deliklerin gerçekten anti-elektronlar olmalarına karşın, bunların protonlardan çok farklı parçacıklar ol­duğunu sonunda anladı. Doğa onun sandığı kadar yalın değildi.
BİLİM ve TEKNİK 86 Ocak 2004
Matematikle fizik arasında önceden kurulu bir uyum ol­duğu düşüncesi yeni değildir; Dirac'ın yaptığıysa, doğanın temel yasaları konusunda bil­gi elde etmenin yolunun, gü­zel matematikten geçtiğini vurgulaması. Ama güzel ma­tematik nedir? Dirac bu kav­ramı tanımlamadı; buna ge­rek de olmadığını düşündü. "Matematiksel güzellik, sa­nattaki güzellikte olduğu gi­bi, tanımlanamayan bir gü­
zelliğin bazı durumlarda de­neylere uyumdan öncelikli ol­duğuna ve bu nedenle bir doğruluk ölçütü yerine geçe­ceğine inanıyordu. Matema­tiksel olarak çirkin bir ku­ram, doğru olamazdı.
Her ne kadar Dirac güzel­lik ve çirkinliği tanımlayama-sa da, bir kuramın bu iki sınıf­tan hangisinde olduğunu sez­gisel olarak bildiğine inanı­yordu. Matematiksel olarak "çirkin" bir kuram için verdi­
ği birincil örnek, Richard
zelliktir; ama matematikle
Dirac, ünlü atom fizikçileri Niels Bohr (solda) ve Werner Heisenberg (ortada) ile.
uğraşan insanlar onu farket-mekte zorlanmazlar."
Gerçekliği güzellikle saptama fikri, Dirac'ın deneysel-tümevarımsal yön­tem yerine tek yönlü matematiksel-es-tetik yöntemi vurgulamasına yol açtı. Dirac daha sonraki yaşamında, mate­matiksel güzellik gibi belirsizliği bariz
Büyük Sayılar
olan bir kavramı, her zaman deneysel sınamadan üstün tuttu. Hatta deneyle­rin, Einstein'ın genel görelilik kuramı gibi matematiksel açıdan güzel olan bir kuram için ters sonuçlar vermesi durumunda, yanlış olanın deneyler ol­duğunda ısrarlıydı! Matematiksel gü-
Feynman ve başka bazı fizik­çilerin kuantum elektrodinamiği ku­ramlarıydı. Kuramın karmaşık ve belir­siz olduğu kadar, sonsuz nicelikleri dışlamak da dahil, sağlam olmayan ma­tematiksel argümanlara dayandığını söyledi. Her ne kadar çok iyi sonuçlar veriyor ve deneylerle son derece uyumluysa da kuram, Dirac'a göre te­melde doğru olamazdı.
Dirac'ın bir araştırma aracı olarak matematiksel güzelliğin gücüne olan inancının, bilimin geçmişindeki örnek­leri oldukça sınırlı. Kendi kariyerinin de, inancının tersini izlemesi İlginçtir. Dirac hemen hemen bütün büyük ke­şiflerini 1925 ile 1933 arasında yap­mıştı. Matematiksel güzellik düşünce­sinin egemen olduğu 1935'ten sonra, daha önce yaptıklarıyla kıyaslanabilir değerde fizik üretmedi.
Gerçekte, matematiksel güzelliğin fizikteki yeri, tümüyle sorunlu bir kav­ramdır. Kuramsal fizikçilerin birçoğu, Dirac gibi, bir tür estetik öğreti yaniısı olsalar da, kuramların güzelliği ya da çirkinliği konusunda pek anlaşamaz­lar. Eğer anlaşırlarsa da, bu genellikle ancak kuramın doğru ya da yanlış ol­duğu kanıtlandıktan sonradır. Sonuçta bir kuramın, genellikle, matematikse! olarak güzel olduğu İçin doğru kabul edilmek yerine, daha çok deneysel ola­rak doğru olduğu için ona matematik­sel güzellik atfedildiği söylenebilir.
Ne var ki Dirac, böyle sıradan bir görüşü kabul edemezdi. Ona göre, "fi­zik denklemlerinde matematiksel gü­zellik olmaması, onlarda bir eksiklik olduğunu, kuramın da düzeltilmesi ge­reken bir hata içerdiğini gösterir."
Kragh, H. "Paul Dirac: Seeking Beauty" Physics World, Ağustos 2002
Çeviri: Nermin Arık
Dirac, bir kuramsal fizikçi olarak çok başarılı olduğu halde, kabul görmeyen ve günümüzde ne­redeyse unutulmuş olan alışılmadık kuramlar ge­liştirmeye de çok zaman harcardı. Kendine kuan-tum mekaniği kadar yakın olan bu türden bir ku­ram, kütleçekim sabitinin zamanla değişmesine dayanan bir kozmolojik kuramdır.
1930'lu yılların ortalarında Dirac, Eddington ve Edward A. Milne'nin "kozmo-fiziksel" görüşle­rine ilgi duymaya başladı. Eddington, fizik sabit­lerinin boyutsuz kombinasyonlarının önemini vur­gulamıştı. Bunlar arasında özellikle ince-yapı sa­biti a ile ilgileniyordu; e bîr elektron yükü, h Planck sabiti bolü 2n ve c ışık hızı olmak üzere a= e2/hc~ 1/137'dir, Dirac, boyutsuz sayıla­rın çok önemli olduğu konusunda Eddington ile aynı fikirdeydi; ama 1039 ve karesi olan 1079 dü­zeyindeki çok büyük sayılara odaklanıyordu.
1937 ve 1938'de yazılmış makalelerde Dirac genellikle ilke olarak şunu ileri sürüyordu: Eğer İki büyük boyutsuz sayı, temel doğa sabitlerinden oluşturulabilirlere, basit bir matematiksel ilişkiy­le bağlantılı olmalıdırlar. Büyük sayı varsayımı denen bu varsayımdan yola çıkarak, Newton'un kütleçekim sabiti G'nin zamanla çok yavaş olarak değiştiğini kabul eden yeni bir kozmolojik model oluşturdu. Elektromanyetik ve kütleçekim kuvvet­lerini evrenin yaşına (Hubble zamanı) bölerek, G'nin yılda 10" gibi yavaş bir hızla değiştiğini ileri sürdü.
Dirac ve başka bazı fizikçilerin sayısal rastlan­tılara -George Gamow'un deyişiyle kozmonüme-rolojiye- verdikleri önem, eski Yunan felsefesin­de tam sayıların anlamına duyulan metafiziksel inancın bir yansımasıydı. Pisagor kökenli düşün­ce ekolüne göre, sayısal rastlantılar ve doğadaki
düzenlilik gelişigüzel olmayıp, doğa yasalarındaki düzenin çeşitli gösterimleriydi. Pisagor gibi Dirac da evrenin gizemlerinin en sonunda tamsayılarla açıklanabileceğine inanıyordu. Dirac, 1939'da verdiği bir konferansta, evrendeki bütün olayla­rın, 1039 sayısının özellikleriyle eşleştiğini ileri sürdü. "Böylece eski filozofların, tüm doğayla tamsayılar arasında bağlantı kurma hayallerinin gerçekleşmesi mümkün olabilir" diyordu.
Dirac'ın kozmoloji kuramı, çoğu bilimcinin benimsediği deneysel bilim ilkelerinden yoksun­du. Kuram 1937'de ilk ortaya çıktığında, Lond-ra'daki Imperial College'de astrofizikçi ve filozof olan Herbert Dingle "sakat bir akılla sarhoş bir hayalin ürünü... sözde bir omurgasız kozmo-mito-loji bilimi" nitelemesiyle ona şiddetle karşı çık­mış, bu saldırı Nature dergisinde hararetli tartış­malara yol açmıştı. Ama Dirac, felsefi tartışmala­rı engellemek için sesini fazla yükseltmeyerek, bu tür tartışmaları kozmolog meslektaşları Ed­dington ve Milne'ye bırakmayı yeğledi.
Dirac, yaşamı boyunca , G'nin değiştiğine da­yanan, fizikçilerin ve gökbilimcilerin pek destek­lemedikleri alışılmış-dışı kuramına bağlı kaldı. Ne var ki, onu kuramın doğru olduğuna ikna eden şey, kısmen, çok güzel olduğunu düşündüğü bir matematiksel çerçevede İfade edilebilmesiydi. Kuramının yöntemsel ve estetik erdemlerini vur­gularken deneysel desteklerden yoksun olmasını Önemsemedi. Kurama karşı gelen ölçüm ve tartış­maları kabul etmek istemeyişi de, ona ne denli bağlandığının bir göstergesi. 1980'lerin başların­da yapılan gözlemler, G gerçekten değişiyor olsa bile değişme hızının Dirac'ın kuramının öngördü­ğünden çok daha yavaş olacağını gösterdi. Ama Dirac yine de kuramının doğru olduğunda ısrar­lıydı.
Ocak 2004 87 BİLİM veTEKNİK